Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı
Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı
Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı
Ebook553 pages6 hours

Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

- Türkiye’de Yargı Bağımsızlığının Yok Edilme Süreci
- Gülen Hareketi'nin Düşmanlaştırılmasında Yargıya Biçilen Rol ve Yargının Dönüşümü
- Gülen Hareketi’ne Karşı Kurgulanan Soykırım Planlama Sürecinde Yargı Organlarının Kurumsal ve İdeolojik Tasarımı
- Gülen Hareketi Soruşturma ve Davalarında Kural Haline Gelen “Düşman Ceza Hukuku” Uygulamaları
- Gülen Hareketi Üyesi İddiasıyla Başlatılan Soruşturma ve Davalardaki Hak İhlallerinin AİHS 18. Madde Bakımından İncelenmesi

LanguageTürkçe
PublisherRoh Nordic AB
Release dateJan 3, 2022
ISBN9781005079291
Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı
Author

Hasan Dursun

2001 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. 2002 yılında stajyer olarak başladığı savcılık mesleğini, Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından Anayasal hakları yok sayılarak ihraç edildiği 16 Temmuz 2016 tarihine kadar başarıyla sürdürdü. 2005 yılında Gazi Üniversitesinde yüksek lisans öğrenimini, 2016 yılında Ankara Üniversitesinde doktora öğrenimini tamamladı. 2011-2014 yılları arasında HSK’da Dış İlişkiler Uzmanı olarak çalıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde 2013 yılında 6 ay süreyle staj yaptı. Avrupa Konseyi Savcılar Danışma Konseyi (CCPE) çalışma gruplarında Türkiye’yi temsilen yer aldı. Ceza hukuku alanında yazmış olduğu makaleleri çeşitli akademik dergilerde yayınlandı.Kitapta anlatılan Türk yargısının bir yok etme aygıtına dönüşümünü 2012-2016 arasında yakinen gözlemledi, 15 Temmuz sonrasında siyasallaşmış yargının faaliyetlerinin hem tanığı ve hem de mağduru oldu.2019 yılında www.hukukpenceresi.com isimli internet sitesini kurdu, editörlüğünü yapmaya başladı. Volunteer Jurists- Gönüllü Hukukçular (www.volunteerjurists.org) ve Cross Border Jurists- Sınır Aşan Hukukçular (www.crossborderjurists.org) derneklerinin kurulumunda görev aldı; derneklerin temel hak ve özgürlükler bağlamındaki çalışmalarına aktif olarak destek veriyor.Evli ve iki çocuk babasıdır. İyi derecede İngilizce ve orta seviyede Almanca bilmektedir.

Related to Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı

Related ebooks

Reviews for Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Bir Soykırım Silahı Olarak Türk Yargısı - Hasan Dursun

    ÖNSÖZ

    17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde bazı bakanların ve bakan çocuklarının adının da karıştığı büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra siyasi iktidar, Hükümete yönelik bir darbe olarak nitelediği bu operasyonlardan Gülen Hareketi’ni sorumlu tuttu. Siyasi iktidar, uzun yıllar boyunca Gülen Cemaati, Camia, Hizmet Hareketi şeklinde bir sivil toplum örgütü olarak kabul ettiği ve faaliyetlerini desteklediği Gülen Hareketi’ni 17-25 Aralık operasyonlarından sonra paralel yapı söylemleriyle düşman ilan etti.

    17-25 Aralık 2013’ten sonra, Başbakan (10 Ağustos 2014’ten sonra Cumhurbaşkanı) Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP Hükümeti’nin gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki en büyük amaç ve hedefi Gülen Hareketi’ni bitirmek oldu. Erdoğan bu hedefi istiklal mücadelesi olarak ilan etti ve Gülen Hareketi mensuplarının A’dan Z’ye bedel ödeyeceklerini ve onlardan hesap soracaklarını söyledi. Bu hedefe ulaşmak için de öncelikle Gülen Hareketi’ni bir terör örgütü olarak kabul ve ilan ettirmek istiyordu. Erdoğan’ın bu konudaki en büyük silahı ise, mevzuat değişikliği ve siyasi baskılarla yürütmeye bağladığı yargı olacaktı.

    Bunun için mevcut hukuk sisteminde değişiklikler yapıldı. Evrensel hukuk kuralları askıya alınarak Düşman Ceza Hukuku uygulamaları devreye sokuldu. Gülen Hareketi’ne karşı sulh ceza hâkimliklerinden başlayarak Yargıtay'a varıncaya kadar özel mahkemeler oluşturuldu. Mevcut mahkemelerin üyeleri değiştirildi ve bu mahkemelerde taraftar hâkimler görevlendirildi. Yargı sistemi yürütmeye bağlandı, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı yok edildi. Yargıda siyasi iktidarın her istediği gerçekleşti veya istemediği kararlar verilmesi engellendi. Dolayasıyla iktidarın düşman gördüğü, ötekileştirdiği kimselerin böyle bir yargı teşkilatından adalet beklemeleri hayalden öte bir şey değildi. 150 binden fazla kamu görevlisi savunmaları alınmadan bir KHK ile mesleklerinden ihraç edildi, başka bir yerde çalışmalarına engel olacak düzenlemeler yapıldı, sağlık sigortaları iptal edildi, mal varlıklarına el konuldu ve adeta aileleriyle birlikte açlığa mahkûm edildi. Bir milyondan fazla kişi hakkında terör suçundan işlem yapıldı, 20 bine yakını kadın olmak üzere, yaklaşık 100 bin kişi tutuklandı. Mahkemeler kin ve intikam duygusu altında başka hiçbir kimseye uygulamadıkları şekilde şiddetli cezalar verdi. Yasal engel bulunmasına rağmen, hamile ve lohusa kadınlar tutuklandı, bebekleriyle birlikte cezaevine konuldu. Gözaltında ve ceza evlerinde işkenceler yapıldı, öldürülenler oldu. İnsanlar kaçırıldı ve bilinmeyen yerlerde aylarca işkenceye maruz bırakıldı. Çok sayıda insan, cezaevinde yeterli tedavi imkânı sağlanamadığı ve tahliye edilmediği için hayatını kaybetti. Gülen Hareketi mensuplarının veya Hareket ile bir şekilde ilişki kurmuş, kurumlarından istifade etmiş insanların büyük bir kısmı yapılan operasyonlarla tutuklanırken, bir kısmı da Ege Denizi’ni veya Meriç Nehri’ni aşmak suretiyle Yunanistan üzerinden Avrupa ülkelerine geçti. Aralarında bebek ve çocukların da olduğu 35 insan bu yolculuk sırasında meydana gelen kazalarda boğularak hayatını kaybetti. Sayılamayacak kadar çok zulme imza atıldı. Bütün bunlara karşı siyasi iktidar ve yargı teşkilatı bu insanların terör ve şiddet veya başka herhangi bir suç işlediklerine dair bir delil gösteremedi. ByLock kullanmak, Bank Asya'ya para yatırmak, Gülen Hareketi ile irtibatlı okulda öğretmenlik yapmak gibi işlendiği tarihte (ve halen) suç sayılmayan ve evrensel kurallara da göre suç kabul edilmeyen temel hak ve özgürlükler kapsamındaki bir kısım eylemler terör suçu sayılarak Gülen Hareketi mensuplarına hayatın her alanında zulmedildi, soykırım yaşatıldı.

    Bu kitapta, iktidarın yargıyı ele geçirme ve başta Gülen Hareketi mensupları olmak üzere muhalif gördüğü kişi ve kesimleri yargı yoluyla cezalandırma süreci, delilleriyle birlikte açıklanmaktadır. Kitap beş bölümden oluşmaktadır.

    Birinci bölümde; 17-25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar hakkında kısaca bilgi verilmiş, siyasi iktidarın bu operasyonlar sonrasında Gülen Hareketi’ni hedef göstermesi, yargıyı baskı altına alması ve yargıyı ele geçirmek için attığı adımlar açıklanmıştır.

    İkinci bölümde; siyasi iktidarın, Gülen Hareketi ile mücadele için, sulh ceza hâkimliklerinden Yargıtay’a varıncaya kadar özel yargı mercileri oluşturması süreci açıklanmış, söz konusu hâkimlik ve mahkemelerin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme statüsüne sahip olup olmadıkları üzerinde durulmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin etkin bir iç hukuk yolu olmaktan çıktığı konusuna da bu bölümde değinilmiştir.

    Üçüncü bölümde; siyasi iktidarın Gülen Hareketi’ne yönelik davaları ve bu davalara bakan hâkimleri takip etmesi, üzerlerinde baskı kurması, tutuklama ve tahliye kararları için talimat verilmesi, isteğe aykırı karar verenlerin görevden alınması gibi yargı bağımsızlığını yok eden siyasi baskı süreci açıklanmıştır.

    Dördüncü bölümde; Gülen Hareketi mensuplarına yönelik soruşturma ve davalarda Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz ilkesinin ihlal edilmesi, suç olmayan yasal faaliyetlerin geçmişe dönük suç sayılması, hak ve özgürlüklerden yararlanma ve hakların sınırlandırılmasında ayrımcılık yapılması ve bu suretle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. Maddesinin ihlal edilmesi üzerinde durulmuştur.

    Beşinci bölümde yer verilen 3 adet makalede; yargı mensuplarının tutuklanmalarında öne çıkan Terör örgütü üyeliği suçunda suçüstü hali konusu, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin Gülen Hareketi ile ilgili ilk kararı olan 24.04.2017 tarihli ve 2015/3 Esas, 2017/3 Karar sayılı kararına ilişkin bir değerlendirme ve Anayasa Mahkemesi’nin KHK ihraçlarıyla ilgili C.A. (3) kararına ilişkin bir değerlendirme yer almaktadır.

    Esasında bu kitap, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının nasıl olması gerektiğini değil, nasıl olmaması gerektiğini göstermektedir. Veya Ortaçağ dönemindeki Engizisyon yargı sistemi devam etseydi, 21. Yüzyılda nasıl bir şekle bürünürdü? sorusunun cevabını verdiği de söylenebilir. Umarız, bir gün bu topraklar da hukuk ve adalete kavuşur.

    Dr. Hasan DURSUN & Mustafa Doğan

    12 Aralık 2021

    KISALTMALAR

    AB : Avrupa Birliği

    ACM : Ağır Ceza Mahkemesi

    a.g.e. : Adı geçen eser

    AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

    AİHM : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi

    AKP : Adalet ve Kalkınma Partisi

    AYM : Anayasa Mahkemesi

    B. : Başvuru

    BAM : Bölge Adliye Mahkemesi

    BM : Birleşmiş Milletler

    BM-İHK : Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi

    BM-KTÇG : Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar

    Çalışma Grubu

    Bkz. / bkz. : Bakınız

    C. : Cumhuriyet

    CGK : Ceza Genel Kurulu

    CHP : Cumhuriyet Halk Partisi

    CMK : Ceza Muhakemesi Kanunu

    E. : Esas

    HDP : Halkların Demokratik Partisi

    HSK : Hâkimler ve Savcılar Kurulu

    HSYK : Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

    K. : Karar

    KHK : Kanun Hükmünde Kararname

    M. /m. : Madde

    MGSB : Milli Güvenlik Siyaset Belgesi

    MHP : Milliyetçi Hareket Partisi

    MİT : Millî İstihbarat Teşkilâtı

    MSHS : Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi

    P. : Paragraf

    S. : Sayı

    s. : Sayfa

    SCH : Sulh Ceza Hâkimliği

    SCM : Sulh Ceza Mahkemesi

    TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi

    TCK : Türk Ceza Kanunu

    TMK : Terörle Mücadele Kanunu

    vd. : ve devamı

    YBD : Yargıda Birlik Derneği

    YBP : Yargıda Birlik Platformu

    BİRİNCİ BÖLÜM

    17-25 ARALIK OPERASYONLARI, GÜLEN HAREKETİ'NİN HEDEF GÖSTERİLMESİ VE İKTİDARIN YARGIYI ELE GEÇİRMEYE YÖNELİK ADIMLARI

    A. 17 ve 25 Aralık 2013 Tarihli Operasyonlar Hakkında Bilgi

    1. 17 Aralık 2013 Tarihli Yolsuzluk Operasyonu

    17 Aralık 2013 tarihinde, İstanbul Başsavcılığı’nda görevli Cumhuriyet savcıları Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in talimatıyla, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından, Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonuna imza atıldı. Sabahın erken saatlerinde başlayan operasyonda rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık gibi suçlamalar ile Hükümet üyesi bakan çocuklarının da bulunduğu zanlıların ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda milyonlarca Türk Lirası, Euro, Dolar, çelik para kasaları ve para sayma makineleri ele geçirildi. Zanlılardan Halkbank Genel Müdürü olan Süleyman Aslan’ın evinde, ayakkabı kutularının içerisinde 4 milyon 500 bin dolar ele geçirildi. Onlarca zanlının evlerinde yapılan aramalarda değişik suç delillerine el konuldu. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, iş adamları Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in de aralarında yer aldığı 89 kişi gözaltına alındı. Adı geçen bakanlar ve dosyada adı geçen Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış hakkında fezleke düzenlenerek TBMM’ne gönderildi. Bakan çocukları Barış Güler ve Salih Kaan Çağlayan, iş adamı Reza Zarrab ve Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın da aralarında bulunduğu 26 kişi tutuklandı. Bakan Bayraktar'ın oğlu, iş adamı Ağaoğlu ve Fatih Belediye Başkanı Demir'in de aralarında olduğu diğer şüpheliler ise serbest bırakıldı.¹

    Siyasi iktidarın müdahalesi sonucu soruşturmayı yürüten emniyet görevlileri ve savcılar görevden alındı. Soruşturma dosyası, 29 Ocak 2014'te savcılar Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in elinden alınarak, savcı Ekrem Aydıner’e devredildi. Savcı Aydıner, 17 Ekim 2014'te kovuşturmaya yer olmadığına karar vererek dosyayı kapattı.

    Operasyon sonrası tutuklanan zanlıların birçok tahliye talepleri değişik hâkimlerce reddedildi. Ancak, 14 Şubat 2014 tarihinde aralarında Halkbank Genel Müdürü’nün de bulunduğu 6 zanlı, Sulh Ceza Mahkemesi (SCM) Hâkimi Hulusi Pur tarafından tahliye edildi. Bakan çocukları ile İranlı iş adamı Reza Zarrab ise, 28 Şubat 2014 tarihinde, Hâkim İslam Çiçek tarafından serbest bırakıldı. Reza Zarrab’ın mal varlığı üzerine konan tedbir, 29 Ocak 2014 tarihinde Hâkim Cevdet Özcan tarafından kaldırıldı. Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın mal varlığı üzerindeki tedbir ise, 10 Şubat 2014 tarihinde Hâkim Recep Uyanık tarafından kaldırıldı. Adı geçen hâkimler, 28 Haziran 2014’te yürürlüğe giren 6545 sayılı Yasayla sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasından sonra, HSYK kararıyla sulh ceza hâkimi olarak görevlendirildi.

    2. 25 Aralık 2013 Tarihli Yolsuzluk Operasyonu

    25 Aralık 2013 tarihinde ise, Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş tarafından, aralarında dönemin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da bulunduğu 96 kişiye yönelik suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet suçlarından yürütülen soruşturmada 41 kişilik gözaltı listesi hazırlandı. Mahkeme, bazı iş adamlarının malvarlığına el koyma kararı verdi. Bilal Erdoğan için de şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrı evrakı hazırlandı. Ancak emniyet görevlileri AKP Hükümetinin talimatıyla, savcının talimatlarını yerine getirmedi. Savcı Muammer Akkaş hemen görevden alındı. Yerine savcılar İrfan Fidan, İsmail Uçar ve Fuzuli Aydoğdu atandı. Bilal Erdoğan’ın ifadesi 5 Şubat'ta yeni atanan savcılar tarafından alındı ve dosya, 2 Eylül 2014'te, adı geçen savcılar tarafından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilerek kapatıldı.

    3. 17-25 Aralık Soruşturmalarından Sonra Emniyette Gelişen Olaylar

    17 Aralık 2013'ten hemen bir gün sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğünün çeşitli kademelerinde görevden almalar başladı. 18 Aralık'ta, aralarında operasyonu gerçekleştirenlerin de bulunduğu beş şube müdürü görevden alındı. 19 Aralık'ta İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın görevden alınarak pasif ve yetkisiz bir görev olan merkez valiliğine atandı. 6 Ocak 2014’te Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde gece yarısı büyük çapta görev değişikliği yapıldı. 350 polisin yeri değiştirildi. 8 Ocak'ta bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ile 15 ilin emniyet müdürleri görevden alındı, 24 ile de yeni emniyet müdürü atandı. 22 Ocak'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde 470 amir, müdür yardımcısı ve memurun görev yeri değiştirildi. 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonundan sonra kısa süre içinde yaklaşık 6 bin emniyet mensubunun görev yeri değiştirildi.

    4. 17-25 Aralık 2013 Soruşturmasından Sonra Yargıda Gelişen Olaylar

    Adı geçen operasyonlardan hemen sonra AKP Hükümetinin girişimi ile Meclis’ten çıkarılan kanunla HSYK’nın yapısında önemli değişiklikler yapıldı. Yeni HSYK tarafından soruşturmada görev alan savcılar ve hâkimler hakkında soruşturma açılarak müfettişler görevlendirildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı dahil, 19 savcı ve bir hâkimin yeri değiştirildi. HSYK Başmüfettişi Ömer Kara, 17 Aralık operasyonuyla ilgili hazırladığı soruşturma raporunda, savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in meslekten ihracını talep etti. Soruşturmayı yürüten savcılar Celal Kara, Mehmet Yüzgeç ve Muammer Akkaş ile bu savcıların çalıştığı bürodan sorumlu başsavcı vekili Zekeriya Öz’ün dosyadan el çektirildikten sonra görev yerleri değiştirildi ve daha sonrasında görevden ihraç edildi.

    HSYK müfettişinin hazırladığı rapor doğrultusunda savcılar Celal Kara ile Muammer Akkaş hakkında Görevi kötüye kullanma, hâkim Süleyman Karaçöl hakkında ise Görevi ihmal suçlarından dava açıldı. Hâkim Süleyman Karaçöl hakkında tutuklama kararı verildi. Savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara, Mehmet Yüzgeç ve Muammer Akkaş hakkında terör örgütü üyesi olmak, darbeye teşebbüs suçlarından soruşturma açıldı ve haklarında tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarıldı.

    31 Ocak 2014’te, 17 ve 25 Aralık operasyonlarıyla ilgili ilk soruşturmaları yürüten, dinleme ve teknik takip yapan polisler hakkında, sonradan dosyaya atanan savcı İsmail Uçar tarafından örgüt soruşturması açıldı.² Her iki soruşturmada görev alan emniyet görevlilerinin neredeyse tamamı, sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasının ardından başlatılan 22 Temmuz 2014 tarihli operasyonlarla tutuklandı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tutuklu emniyet mensuplarından bazılarının eşleri ve çocukları da tutuklandı ve halen cezaevinde tutulmaktalar.

    5. 17-25 Aralık Soruşturmalarından Sonra Yasama ve Yürütmede Gelişen Olaylar

    17 Aralık operasyonundan sonra, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı'nca ‘Adli Kolluk Yönetmeliği’nde değişiklik yapıldı ve Emniyet ve Jandarma görevlilerinin adli olaylarda amirlerine bilgi verme zorunluluğu getirildi. 21 Aralık 2013 tarihli Resmî Gazete’de³ yayınlanan değişiklikle, en üst dereceli kolluk amirinin, adli olayları, suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumakla ve bu konuda gerekli tedbirleri almakla görevli ve yetkili olan mülki idare amirine derhal bildirmesi öngörüldü.⁴ Bu değişiklikle, hükümetin yolsuzluk soruşturmalarından önceden haber alarak, soruşturmaya müdahale etmesinin yolu açılmış oldu.⁵

    HSYK Yasasında yapılan değişikliklerle, HSYK Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı'na hâkim, savcı ve adalet müfettişlerinin atanması ile disiplin soruşturmaları gibi birçok konuda geniş yetkiler verildi.

    İsimleri rüşvet ve yolsuzluğa karışan İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, 25 Aralık 2013’te görevlerinden istifa etmek zorunda kaldı. Egemen Bağış, Avrupa Birliği Bakanlığı görevinden alındı.

    Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık soruşturmalarını hükümeti hedef alan bir darbe suçu olarak niteledi ve operasyonlardan paralel yapı olarak nitelediği Gülen Hareketi’ni sorumlu tuttu.

    6. 17 Aralık Soruşturmasının Şüphelisi Reza Zarrab Hakkında ABD’de Açılan Soruşturma

    17 Aralık soruşturmasının baş şüphelilerinden Reza Zarrab, Mart 2016'da ailesiyle birlikte Disney World'e yaptığı seyahat sırasında Miami'de tutuklandı ve New York'a getirildi. Zarrab, ABD'de savcılık ile anlaştı ve kendisine yöneltilen yedi suçlamayı da kabul etti. Dönemin Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla, Mart 2017'de ABD'de bulunduğu sırada aynı soruşturma kapsamında tutuklandı. Hakan Atilla'ya ABD'de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma, Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma, bankacılık sisteminde sahtekârlık yapma, bankacılık sisteminde sahtekârlık yapmak için kumpas kurma, kara para aklama ve kara para aklamak için kumpas kurma suçlamaları yöneltildi. Yargılama sonunda kara para aklama dışındaki iddialardan suçlu bulundu. ABD Savcılığı ile anlaşan Reza Zarrab bu davada tanık olarak ifade verdi. Zarrab duruşmada Türkiye'de 17 Aralık 2013'te yolsuzluk ve rüşvet iddiaları kapsamında düzenlenen soruşturmada tutuklandığını ve kısmen rüşvet vererek serbest kaldığını söyledi. Söz konusu iddialar kapsamında ABD'de dört iddianame hazırlandı. 2019 yılı Eylül ayı başında hazırlanan son iddianamede, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Halkbank eski CEO'su Süleyman Aslan, Halkbank eski yöneticisi Levent Balkan ve Zarrab'ın adamı ve Türkiye'deki 17 Aralık 2013 soruşturmasının zanlılarından olan Abdullah Happani'nin eklenmesiyle birlikte sanık sayısı da dokuza yükseldi. ABD'deki iddianamede kanıt olarak gösterilen belgelerden bazıları Türkiye'de 17 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk soruşturmasında elde edilen dinleme, tape, belge ve fotoğraflar. Yine Türkiye'deki soruşturmada görev almış olan bir komiser yardımcısı ABD'deki duruşmada savcılık adına tanık olarak ifade verdi.

    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, ABD’de görülen Reza Zarrab dava dosyasında yer alan belge, delillerin çalıntı, sahte içerikli ve kaynağı belli olmayacak nitelikte olduğu gerekçesiyle New York Güney Bölgesi eski savcısı Preet Bharara ve savcı Joon H Kim hakkında Kasım 2017’de soruşturma başlattı.

    B. Gülen Cemaatinden FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Nasıl Gelindi?

    Gülen Hareketi mensuplarına yönelik soruşturmaların ve hak sınırlamalarının gerisinde hangi düşünce, amaç ve hedeflerin bulunduğunu belirleyebilmek için Gülen Cemaati’nden FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü’ne giden sürece, siyasi iktidarın bu konudaki bakış açısına ve baskın rolüne göz atmak gerekiyor. Yine, yürütmenin yargıyı ele geçirme çabaları, Türk Yargısının bağımsızlık sorunu, siyasi baskılara karşı tutumu ve Gülen Hareketi mensuplarına yönelik tavrı da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

    Kendisine Hizmet Hareketi adını veren, bunun yanında Gülen Hareketi⁸, Gülen Cemaati olarak da isimlendirilen yapı; Fethullah Gülen’in görüş ve öğretileri çerçevesinde faaliyet gösteren kendine özgü bir sivil toplum örgütü olarak tanımlanabilir. Yaklaşık 50 yıldır eğitim, kültür, sağlık, insani yardım gibi alanlarda birtakım çalışmalar yürütmüştür. Yasalar çerçevesinde kurulan ve denetime tabi olan eğitim kurumu, şirket, dernek, vakıf gibi tüzel kişilikler vasıtasıyla faaliyet yürüten bir sivil toplum örgütlenmesidir. Halen iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) öncesi de dahil olmak üzere tüm siyasi iktidarlar, Gülen Hareketi’ni, uzun yıllar boyunca Gülen Cemaati, Camia, Hizmet Hareketi şeklinde bir sivil toplum örgütü olarak kabul etmişlerdir.⁹ Bunun ötesinde, Gülen Hareketi’ne bağlı eğitim, sağlık, finans vb. kurumların açılışlarına bizzat katılmış,¹⁰ faaliyetlerini alkışlamış ve desteklemişlerdir.

    17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde bazı bakanların ve bakan çocuklarının da karıştığı büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra siyasi iktidar, Hükümete yönelik bir darbe olarak nitelediği bu operasyonlardan Gülen Hareketi’ni sorumlu tuttu ve sonrasında paralel yapı, hain, ajan, virüs, haşhaşi gibi söylemlerle düşman ilan etti. 17-25 Aralık soruşturmaları yapılıncaya kadar faaliyetlerinde herhangi bir hukuka aykırılık görülmeyen Gülen Hareketi, bu tarihten sonra aşama aşama ötekileştirilerek, Hükümet emrindeki Devlet olanakları ve medya gücü kullanılmak sureti ile, şüpheli, tehlikeli, düşman gösterilerek terörist bir yapı olarak ilan edilmeye başlanıldı.

    17-25 Aralık 2013’ten sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan (10 Ağustos 2014’ten sonra Cumhurbaşkanı) ve AKP Hükümeti’nin gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki en büyük amaç ve hedefi Gülen Hareketi’ni bitirmek oldu. Erdoğan bu hedefi istiklal mücadelesi olarak ilan etti ve Gülen Hareketi mensuplarının A’dan Z’ye bedel ödeyeceklerini ve onlardan hesap soracaklarını söyledi. Bu hedefe ulaşmak için de öncelikle Gülen Hareketi’ni bir terör örgütü olarak kabul ve ilan ettirmek istiyordu.¹¹ Erdoğan’ın bu konudaki en büyük silahı ise, mevzuat değişikliği ve siyasi baskılarla yürütmeye bağladığı yargı olacaktı.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gülen Hareketi hakkında terör örgütü kararı aldırmak için ilk olarak konuyu Milli Güvenlik Kurulu’na taşıdı ancak istediği kararı aldırması kolay olmadı. 26 Mayıs 2016 tarihli toplantıya kadar; ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanmalar, illegal yapılanmalar, paralel yapılanmalar ve illegal oluşumlar, paralel devlet yapılanması ve legal görünüm altında faaliyet gösteren illegal oluşumlar şeklinde, ancak açıkça Gülen Hareketi’nin ismi verilmeden aşama aşama sertleşen paralel yapı söylemi,¹² 26 Mayıs 2016 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanması ibaresinin kullanılmasından sonra yerini FETÖ/PDY silahlı terör örgütü¹³ kavramına bıraktı.¹⁴

    Ancak devletin tüm imkânlarını kullanmasına rağmen siyasi iktidarın Gülen Hareketi’ni terör örgütü olarak gösterme ve kabul ettirme çabaları 15 Temmuz darbe girişimine kadarki süreçte kamuoyunda karşılık bulamadı. 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimine kadar Gülen Hareketi’nin şiddet eylemlerine başvurduğuna dair, objektif gözlemcileri ikna eder ölçüde yeterli şüpheyi gösteren somut kanıtlar ortaya konulmadığı gibi, bu iddianın birincil sahipleri de bahse konu Hareket’in terör örgütü olduğuna inanmadıklarını, 15 Temmuz 2016 sonrası yaptıkları açıklamalarda¹⁵ açıkça ortaya koymuşlardı. Siyasi iktidar dahil herkesin yakından tanıdığı ve bir şekilde faaliyetlerine iştirak ettiği veya desteklediği¹⁶ bu yapının terör örgütü olduğuna kimse inanmadı. Yaklaşık 50 yıldır eğitim, kültür, sağlık, insani yardım gibi alanlarda faaliyet yürüten Hareket mensuplarının terör ve şiddet içeren eylemlere başvurdukları görülmemişti.

    Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT)’in İstanbul C. Başsavcılığının 2015/126342 soruşturma sayılı dosyasına ibraz edilen 11 Mayıs 2016 tarihli 41 sayfalık sunumunda; Gülen Hareketi'nin silahlı terör örgütü olarak kabul edilebilmesinin önündeki en büyük engelin, silah kullanmak suretiyle tespit edilmiş/ delillendirilebilmiş bir eyleminin bulunmaması olduğu belirtilmiştir. Sunumun devamında ise, silahlı terör örgütü tanımlaması için örgüt mensuplarının silahla cebir kullanmasının gerekli olduğu, bundan sonra himmet (bağış) verme, eğitim faaliyetleri gibi tüm faaliyetlerin terör örgütü kapsamında değerlendirilebileceği ifade edilmiştir.¹⁷ Yargı mercilerine yönelik yol gösterme/talimat verme niteliğindeki bu sunumdan 2 ay sonra 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşmiş, aşağıda belirtileceği üzere, aynı gece Erdoğan bu olaydan dolayı Gülen Hareketi’ni sorumlu tutmuş ve devamında yasal faaliyetler terör örgütü üyeliğine delil sayılmıştır.

    15 Temmuz Darbe Girişimi gecesi Marmaris’ten İstanbul’a hareket eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, saat 04.00 sıralarında Atatürk Havalimanı’nda yaptığı konuşmada darbe girişimini Allah’ın büyük bir lütfu olarak niteledi ve Bunların silahlı bir terör örgütü olduğu net olarak ortaya çıktı diyerek,¹⁸ yargı kararı bir kenara, darbeci askerlerin dahi henüz yakalanıp sorgulanmadığı bir aşamada Gülen Hareketi’ni bu olayın sorumlusu ilan etti.

    Bu tarihten sonra, Gülen Hareketi içinde yer almış, gönül vermiş, sempati duymuş, faaliyetlerine katılmış, başarısız darbe girişimi ile ilgisi olmayan kişilere karşı düşman ceza hukuku uygulamaları¹⁹ zirveye taşındı. Yürütme ve yargı birimlerinin ortak ve uyumlu çalışmaları sonucunda, Gülen Hareketi içinde olduğu veya sempati duyduğu bile belli olmayan ancak durumlarından şüphelenilen kişilere varıncaya kadar yüzbinlerce insan zulme ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldı. Yüz elli binden fazla kamu çalışanı görevinden ihraç edildi, bir milyondan fazla kişi hakkında terör suçundan işlem yapıldı, 20 bine yakını kadın olmak üzere, yaklaşık 100 bin kişi tutuklandı. Bunun yanı sıra insan kaçırmalardan işkenceye, bütün malvarlıklarına el konulmasından ömür boyu sakıncalı ve yasaklı kişi sayılmaya kadar sistemli şekilde pek çok insan hakkı ihlalleri gerçekleştirildi.

    Siyasi iktidar ve güdümündeki yargı teşkilatı tarafından, (FETÖ/PDY adı altında) Gülen Hareketi ile ilişkili olduğu iddiasıyla hakkında adli/idari işlem yapılan bir milyondan fazla kişiden bir teki hakkında bile terör ve şiddet iddiası bulunmazken, yapılan suçlamalar ByLock kullanmak, Bank Asya’ya para yatırmak, Gülen Hareketi’ne bağlı okullarda görev yapmış olmak, dernek/sendika üyeliği, … gibi temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına yönelik faaliyetler ve gerçekte hiçbir suç unsuru taşımayan kişisel tercihlerden ibaret.

    C. Gülen Hareketi’nin Düşman İlan Edilmesi

    1. Gülen Hareketi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP Hükümeti Tarafından Hedef Gösterilmesi

    17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk operasyonları sonrasında siyasi iktidarın paralel yapı söylemiyle düşman ilan ettiği Gülen Hareketi mensupları bu tarihten sonra Başbakan Erdoğan (10 Ağustos 2014’ten sonra Cumhurbaşkanı), AKP Hükümeti, iktidar yanlısı medya ve üst düzey devlet yetkilileri tarafından hedef gösterilmiştir. Bu husus, Gülen Hareketi mensuplarına yönelik hak sınırlamalarının gerçek amacını, terörle mücadele şeklinde kamuoyuna sunulan amaç dışında gizli amaç taşıyıp taşımadığını tespit etme bakımından önem arz etmektedir.

    Erdoğan’ın Gülen Hareketi’ne karşı 17-25 Aralık 2013 sonrası ortaya çıkan kin, nefret ve intikam duygularını, Gülen Hareketi mensuplarını ötekileştirme, düşmanlaştırma, bedel ödetme, planlı ve sistemli bir şekilde yargıyı kullanarak haklarını sınırlama ve yok etme amacını ortaya koyan söylemlerden bazıları şöyledir:

    Erdoğan (18.12.2013): "Gezi olaylarıyla başlayan bir süreç oldu, ondan sonra şimdi yeni bir adım attılar (17 Aralık operasyonu). Şu anda maalesef devlet içinde bir devlet gayretiyle bu adımları atıyorlar. Fakat bu örgütlenmeyi kesinlikle meydana çıkaracağız. Bu babamızın oğlu olsa dinlemeyiz. Biz gereken çalışmayı gerektiği şekilde yapacağız."²⁰

    Erdoğan (21.12.2013): "(17 Aralık operasyonu ile ilgili olarak) İşte şimdi bir yolsuzluk çıkardılar. Bir kere bu hükümete yönelik operasyon öyle düşündüler ama bu operasyon millete karşı operasyondur. ...Rantlarını kaybettikleri için Türkiye’ye böyle çirkin komple kuruyorlar Türkiye’deki maşalar tarafından. Ortada çok büyük ihanet var. Bu ihanetin hesabını yargı yoluyla soracağız. Bu ajanlığın hesabını sandıklar, yargıyla soracağız. Hiçbir güç dışarıdan benim ülkemde ameliyat yapamaz. Geçti o günler artık. ...Devlette paralel bir yapı olmaz. İninize gireceğiz didik didik edeceğiz."²¹

    Erdoğan (28.12.2013): "Dikkat edin. Adını ne koydular. Yolsuzluk operasyonu koydular. Bu millete gönül veren, hizmetkâr olan insanlar akla hayale gelmez dosyalar neticesinde tutuklanıyorsa, onları mahkûm etme hazırlığı yapılıyorsa burada bir bit yeniği var. Gezi’de ülkeye çok şey kaybettirdiler şimdi de bununla ülkeye çok şey kaybettiriyorlar. Bunun hesabını nasıl verecekler. Dershaneler diye bir olay tutturdular onunla başladılar buraya getirdiler. Bu olay dershane sürecinin devamıdır bunu bilin. AK Parti davasına gönül vermişlere sesleniyorum siz de gelin devletin okulları bize yeter başka bir şey istemiyoruz deyin."²²

    Erdoğan (29.12.2013): Sen kimin savcısısın? Sen iddia makamısın. Kim adına? Millet adına. Sen nasıl masum insanlar hakkında dosya düzenler, yalan yanlış dosyaları medyaya sızdırarak o insanları gölgelemeye kalkarsın? Böyle bir yetki olamaz. Şurada 11 gün içinde bu ülkenin zararı 120 milyar dolar. Kim verecek bunun hesabını? Soruyorum. Onun için ekranları başındaki milletime sesleniyorum. 30 Mart bir milattır. Bu hesabı millet soracak.²³

    Erdoğan (16.02.2014): "Açık söylüyorum bu paralel yapı, Türkiye'de yaşıyor ama bu milleti zerre kadar tanımıyor. İstiklali söz konusu olduğunda, bağımsızlığı, hürriyeti söz konusu olduğunda bu millet hiç kimseye eyvallah etmez. Hiç endişeniz olmasın. Bu paralel yapıyı nerede saklanırlarsa saklansınlar, nasıl gizlenirlerse gizlensinler bulacak, çıkaracak ve milletin huzurunda, hukuk içinde hesabını soracağız"²⁴

    Erdoğan (16.02.2014): "İşte gördünüz bir gazete. MİT tırlarına yapılan saldırının görüntülerini yayınladı. Bu ülkenin teşkilatına işte o paralel, var ya bir paralel yapı. Önü öğrendiniz değil mi? Bu millet bunu affetmez. Bu millet bunu unutmaz. Bu ajanlık faaliyetin, casusluğun hesabını hepsinden tutacağız. Kim adına yapıyorlar, bunlar ortaya çıkacak. Bunlara talimat veren ele başlarından da soracağız. Biz sabırlıyız. Hoca dedikleriniz abi, abla dedikleriniz hem size hem de kendi ülkelerine karşı apaçık bir ihanetin içindeler. Sizin saf ve temiz duygularınızı istismar etmiş durumdalar. İşte polislere verilen haince talimatlar."²⁵

    Erdoğan (25.02.2014): "Bu bir istiklal mücadelesidir. İstiklalimiz adına canımızı ortaya koymaktan da bir an bile tereddüt etmeyeceğiz. 17 Aralık’ta milli iradeye kurum ve değerlerimize açık bir saldırı yapılıyor. 17 Aralık, ardından 25 Aralık saldırısıyla hükümeti saf dışı bırakacak ve bir kez daha yönetime el koyacaklardı. Bu darbe girişimi hesapsız kalmaz, kalmayacak. Önce millet sonra yargı bu darbe girişiminin hesabını soracaktır. Bu paralel örgütün paralel yapının bütün rezilliklerini tek tek ortaya dökecek, bunları da bunlarla birlikte yürüyenleri de sokağa çıkamayacak kadar mahkûm hale getireceğiz."²⁶

    Erdoğan (12.03.2014): "Bir defa buna cemaat diyemezsin. Buna örgüt diyeceksin, neden korkuyorsun? Cemaat demeyeceksin örgüt diyeceksin. Toplanacaklar devletin başbakanına beddua edecekler. Bu mu cemaat? Bu cemaat değil bu bir örgüt. Burada her türlü densizlik var. Devleti ciddi anlamda bu virüslerden atmamız gerekiyor. Bu iş önümüze bilgilere akmaya başladı. Havuz bu noktada zenginleşiyor. Son MGK toplantısında da dediğimiz gibi ulusal güvenliğe bir tehdit var. Bu unsuru göz ardı edemeyiz. Bu konuda tedbirler almak zorundayız."²⁷

    Erdoğan (16.03.2014): "Suriye’de Türkmenlere yardım götüren TIR’larımıza düşmanca muamele ettiler. Bunları izleyince bir Başbakan olarak çılgına döndüm. Orada kim olursa olsun durduran kim olursa olsun bunlar haindir. ... Oraya gelen savcı paralel yapı. Paralel yapıya, paralel devlete müsamaha yok. Bunlar çökecek. Bunların inlerine giriyoruz. 17 Aralık, 25 Aralık iyi ki oldu. Bunların yüzleri ortaya çıktı. Bütün ekiplerimizle bunları izliyoruz, kovalıyoruz, gereğini de vakti geldiğinde yapacağız. Yavrularınızı bunların (Gülen Hareketi’nin) dershanelerinden çekin alın. Hiç tereddüt etmeyin, özel okullarından çekin alın. Devletin okulları bize yeter. Bunların yayın organlarını kesinlikle evlerinize sokmayın. Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bu isyanı yapanlara en büyük dersi vereceğiz."²⁸

    Erdoğan (20.03.2014) "Bunlarda ahlak diye bir şey yok. Seviye diye bir şey yok. Bunlar insanlıktan nasibini almamış. Bunu dini olarak otoritelerle konuştum, biraz da biliriz. Bir Müslüman bir Müslümanı dinleyemez, gözetleyemez. Yahu bunlar bunu yaptı. Sen o topladığın zekâtları, kurbanları ne yaptın ya? O milyarlarca dolarları ne yaptın ya? Bunların hesabını soracağız, bunu bırakmayacağız. İnlerine gireceğiz inlerine"²⁹

    Erdoğan (30.03.2014): "Ne diyordum ben aylardır, bunların inine gireceğiz inine. Bu şehitlerin yoğrulmuş bu toprakları biz Pennsylvania’ya veya onun buradaki hain uzantılarına asla teslim etmeyiz. Şu anda kaçanlar kaçtı. Yarından itibaren de kaçanlar olabilir. Bazıları için şahsen suç duyurusunda bulundum. Kaçabilirler dedim. Dedim ya inlerine gireceğiz. Hesabını bunun ödeyecekler bedelini ödeyecekler. Bunlar haşhaşilere rahmet okutur. Haşhaşiler bunların yanında hiç. Devletin içinde devlet olmaz. Hangi kurumumuzun içine girmişlerse girmişler. Bizler de iyi niyetimizin kurbanı olduk. Ama artık bunları ayıklama zamanı gelmiştir hukuk içinde."³⁰

    Erdoğan (12.04.2014): "Evet, 17 Aralık operasyonu bal gibi darbe girişimidir. Yargı eliyle yapılmak istenen bir müdahale girişimidir. Yargı, içine sızmış bazı çete mensupları tarafından adeta esir alınmış, siyasete karşı, iktidara karşı halkın oyları ile işbaşına gelmiş hükümete karşı apaçık darbe girişiminde bulunulmuştur. Biz bütün kurumlarımızdan bu paralel yapı ürünlerini temizlemeye başladık temizliyoruz. Asla durmayacağız. Sonuna kadar üzerine gideceğiz."³¹

    Erdoğan (26.04.2014): "Bir kısım paralel yargı ile mücadelemizi devam ediyor edecek, emniyetteki paralel yapıyla mücadelemiz devam ediyor edecek. Temizleyeceğiz bunları. Ya yola gelecekler ya gidecekler. Alın bunların dershanelerinden çocuklarınızı, sakın ha önümüzdeki yıl bunların okullarına çocuklarınızı göndermeyin. Bunların yalan üreten medyalarına tavrınızı koyun. Bu yetmez! Yaptıklarının hesabını hukuk içinde hesabını verecekler."³²

    Erdoğan (11.05.2014): "30 Mart’ta milletimiz bize paralel yapıyla mücadele talimatı verdi. 30 Mart öncesinde yeni bir istikbal mücadelesi olarak isimlendirmiştik. Ülkemize, birliğimize, bağımsızlığımıza yönelik çok alçakça haince, aynı zamanda unutulması, üstünün örtülmesi affedilmesi mümkün olmayan bir saldırı yapıldı. Şundan emin olunuz ki bu yapının ayakta kalması, Türkiye’ye yeni zararlar vermesi artık mümkün değildir. Bu yapının ana kaynakları köreltildi. Anadolu’da Trakya’da bir hizmet örgütü olduğunu zannederek destekleyen vatandaşlarımız bu yapıyla aralarına mesafe koymaya başladılar. Çocuklarını okullarından dershanelerinden almaya başladılar. Şu anda tabi okullar henüz kapatılmadı, herkes kesin kararını veremiyor. Adana’da İstanbul’da Ankara’da yürekli savcılar hâkimler mesleklerinin gerektirdiği vicdani sorumluluğu üstlendiler vatanseverce adımlar atıyorlar. Paralel yapıyla mücadelenin bir cadı avına dönüşmesini ikide bir konuşuyorlar. Bu ülkeye ihanet edenlerin görevlerini değiştirmek cadı avıysa, biz bu cadı avını yapacağız, bunu da bilin. Bu işin mücadelesi sıradan bir mücadele değil. Bu konuda nerede kim neler yapıyorsa bunları bize bildireceksiniz. Sütün içine karışmış bu pis suyu, gerek kaynatarak gerekirse moleküllerine ayırarak sterilize edeceğiz. Bütün vatandaşlarıma söylüyorum bildireceksiniz gereğini yapalım. Susanı tarih affetmeyecek. Nefes aldığım sürece unutmayacak ve affetmeyeceğim."³³

    Erdoğan (10.06.2014): "Gezi olaylarının nedeni hiçbir zaman ağaç park ve çevre hassasiyeti olmadı. Orada başka hesaplar görülmek isteniyordu. Aynısını 17 ve 25 Aralık’ta yaptılar. Türkiye içinde ve dışında bunun bir yolsuzluk operasyonu algısını yaymaya gayret ettiler. Bu operasyonların yolsuzlukla alakası yoktu. Amaç hükümeti yıpratmak devirmek, mahkemelerde yargılamak ve mahkûm etmekti. Gerek Gezi olaylarında gerek 17–25 Aralık operasyonlarında Türkiye çok büyük bir tehlikeyi atlattı. Türkiye uçurumun kenarından döndü. Bu saldırılar karşısında öfkeli olmayacağız da ne yapacağız? Sanmayın ki bu Vandallar karşısında yumuşak olursanız geri adım atarlar. Öfkemizi de asla onlardan asla sakınmayız."³⁴

    Erdoğan (30.06.2014): "6 ay önce karşılaştığımız ihanet (17-25 Aralık), işte bu rahatsızlıktan kaynaklanıyor. Bize karşı ittifak kurdular. İçeriden ve dışarıdan ihanetlere maruz kaldık. Bu hainler, beslenip büyüdükleri bataklıkta çırpınıp boğuluyorlar. …Ülkemizi teröre destek veren ülke gibi göstermek isteyenler var. Bu hainler başarılı olmadılar, olamayacaklar. Karşılarında nasıl bir iradenin var olduğunun farkında değiller. Bizler, hukuksuzlukla çarpışarak bugünlere ulaştık. Bunlar, on yıllarca süren mücadelenin sonucudur. Bize tuzak kuranlar, biliniz ki kurdukları tuzakta mahvolup gidecekler. Hainler elbette bizden korkacaktır. Ama hiç kimseyi korkutamayacaklardır."³⁵

    Erdoğan (23.07.2014): "Benim diğer ülkelerin başkanlarıyla yaptığım telefon görüşmelerini dinlediler. Bakan arkadaşlarımızın son derece önemli son derece mahrem telefon görüşmelerini dinlediler. Devlet bunu hesabını sorar ve soruyor. Mesele Türkiye meselesidir. Gezi olaylarını 17, 25 Aralık operasyonlarını neden yaptılar. İsrail’in bekçisi olmayı reddeden, Gazze meselesine sesini yükselten hükümeti susturmak için yaptılar."³⁶

    Erdoğan (28.07.2014): "Bir tanesi, ellerinde kelepçeyle hava atıyor, şov yapıyor. Peki kelepçe vurduklarınızın hali ne olacak? Bir tanesi 'Anacığıma' diyor, 'Hatm-i Şerif indiriyordum bu Ramazan'da. 5 cüz kaldı' diyor, 'Bunu da bizi sevenler, bize inananlar tamamlarsa çok memnun olurum' diyor. Orada zaten çok bol vaktin olacak. Al yanına Kur'an-ı Kerim'i, orada tamamlarsın.³⁷ … Dedik ya, 'İnine gireceğiz'. İnine girdik ve girmeye de devam edeceğiz. Bu can bu tende oldukça, bu mücadele devam edecektir. Bunlar benim şahsıma ihanet etmediler, bunlar bu ülkeye, bu millete ihanet ettiler. Bu konuda tabanları tenzih ederim. Bunlara gönül verenleri tenzih ederim. Bunları yönetenlerin uygulamalarıdır bunlar."³⁸

    Erdoğan (22.09.2014 tarihinde, ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Dış İlişkiler Konseyi'nde (CFR) yaptığı konuşmada): "Biz bu örgütü, 11. yüzyılda ortaya çıkan 'Haşhaşiler' adlı örgüte benzetiyoruz. Haşhaşiler, dağlarda yaşıyor, haşhaş adı verilen uyuşturucu maddeleri kullanarak, devlet adamlarına suikastlar tertip ediyorlardı. Şu anda Türkiye'nin kararlılıkla mücadele ettiği bu örgüt, bütün faaliyetleriyle yapılanma şekliyle örgüt mensuplarını etkileme şekliyle Haşhaşiyn örgütünden farklı değildir."³⁹

    Erdoğan (15.12.2014): (14 Aralık 2014'te Samanyolu TV ve Zaman Gazetesine yapılan operasyon üzerine) "Dün bağımsız savcılar tarafından başlatılan ve tamamen hukuk içinde yürütülen operasyon karşısında içeride ve dışarıda haddi aşan, insafı aşan, asıl niyetleri ortaya koyan bazı tepkiler sergileniyor. Olay bir basın özgürlüğü meselesi değildir. O insanların şikâyeti üzerine açılmış bir süreç ve bu sürecin şu anda bedelini ödüyorlar ve ödeyecekler. Siz kuyruğuna basıldığı için feryat figan ortalığı velveleye verenlere hiç itibar etmeyin. Türkiye’de çok güzel gelişmeler yaşanıyor. İnşallah çok daha iyi çok daha güzel gelişmeler yaşanacak. Bütün bu yaşananlar normalleşme sürecidir."⁴⁰

    Erdoğan (20.12.2014): "Bizim için dönemin Başbakanı diyen dönemin haşhaşi örgütünü de inşallah kısa süre zarfında hiç kimse hatırlamayacak, hatırlayan da hayırla yad etmeyecek."⁴¹

    Erdoğan (07.02.2015): "Türkiye'yi bu çeteden, bu musibetten, bu kanser hücrelerinden temizlemekte kararlıyız. Ne demiştik? İnlerine gireceğiz ve girdik. Şimdi çözülüyor. 'Soruşturması süren daha çok dosya var' demiştik. 'Yaptıkları hainliklerin hesabını verecekler' demiştik. Birer birer hepsi de oluyor. İçeride ve dışarıda mücadelemiz kararlılıkla devam edecek."⁴²

    Erdoğan (27.04.2015): "Bu örgütün içinde yer alanların A'dan Z'ye bedelini ödemesi lazım. Bu ülkede artık hukuk adalet yerini bulacak. Daha da ileri gitmek daha farklı şeyler anlatmak istemiyorum."⁴³

    Erdoğan (29.04.2015): "(Paralel yapı) Bu yapının adamı olduğu tespit edilenler açığa alınacak. Ya bu devletin varlığını kabul edecekler ya yok olacaklar. MGK’dan sonra kararlarımız çok farklı devam edecek."⁴⁴

    Ahmet Davutoğlu (Eski Başbakan, 27.04.2015): "İşte şimdi adaleti tam tesis etmek için bütün bu paralel çeteye karşı ve onun desteklediği işbirlikçiliğe karşı milli irade seferberliği ilan ediyoruz."⁴⁵

    Belirtmek gerekir ki, Erdoğan'ın bu ve benzeri bütün sözleri BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin (MSHS) 14/2 maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 6/2 maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesini ihlal eder niteliktedir.⁴⁶ Ayrıca nefret suçu kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Erdoğan ve diğer devlet

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1