Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Devlet
Devlet
Devlet
Ebook399 pages4 hours

Devlet

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Diyalog şeklinde kaleme alınan Devlet, kusursuz bir toplum ve ideal birey fikri üzerine bir eserdir. Bununla birlikte "İyilik nedir?", "Bilgi nedir?" ve "Gerçek nedir?" gibi felsefenin temel sorularını irdeleyen, felsefenin en temel başyapıtlarından biridir.
LanguageTürkçe
Release dateNov 14, 2023
ISBN9786256843622
Devlet

Related to Devlet

Related ebooks

Related categories

Reviews for Devlet

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Devlet - Platon

    Devlet

    Devlet

    Platon

    Orijinal adı: Politeia

    Almanca aslından çeviren: Sıla Okur

    Yayına hazırlayan: Senem Kaleli

    Türkçe yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    Dijital yayın tarihi: /Eylül 2023 / ISBN 978-625-6843-62-2

    Sayfa uygulama: Gökçen Yanlı

    Kapak tasarımı: Cüneyt Çomoğlu

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli – İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Devlet

    Platon

    Çeviren:

    Sıla Okur

    Diyalogdaki kişiler

    Sokrates, anlatıcı.

    Glaucon.

    Adeimantus.

    Polemarchus.

    Cephalus.

    Thrasymachus.

    Cleitophon.

    Ve diğer sessiz dinleyiciler.

    Sahne, Cephalus’un Piraeus’taki evidir ve diyaloğun tümü Sokrates tarafından, meydana geldiği günün ertesinde Timaeus, Hermocrates, Critias ve adı verilmeyen bir kişiye daha aktarılmaktadır.

    Birinci kitap

    Dün hem tanrıçaya (Trakya’nın Artemis’i Bendis) dua etmek hem de şu yeni festivali nasıl kutladıklarını görmek için Ariston’un oğlu Glaucon ile Piraeus’a indim. Yerlilerin geçit törenine bayıldım ama Trakyalılarınki de bir o kadar, hatta daha güzeldi. Dualarımızı bitirip gösteriyi izledikten sonra kente doğru döndük ve o anda Cephalus’un oğlu Polemarchus bizi uzaktan gördü ve uşağına emretti, koşup bize yetişsin ve beklememizi söylesin diye. Uşak arkamdan pelerinime yapışıp bildirdi: Polemarchus beklemenizi ister.

    Dönüp efendisinin nerede olduğunu sordum.

    Hemen şurada dedi delikanlı, beklerseniz hemen yetişir.

    Tabii bekleriz dedi Glaucon, birkaç dakika sonra da Polemarchus çıkageldi, yanında Glaucon’un kardeşi Adeimantus, Nicias’ın oğlu Niceratus ve törene katılmış olan başka birkaç kişiyle.

    Polemarchus bana şöyle dedi: Gördüğüm kadarıyla arkadaşınla kente dönüyorsun Sokrates.

    Bildin sayılır dedim.

    Ama baksana kaç kişiyiz? diye karşılık verdi.

    Görüyorum.

    Gücün hepimize yeter mi peki? Yetmezse olduğun yerde kalman gerekecek.

    Seni bizi salıvermeye ikna etmek gibi bir alternatifimiz olabilir mi?

    Seni dinlemeyi reddedersek, bizi ikna edebilir misin ki? dedi.

    Elbette hayır diye cevap verdi Glaucon.

    O zaman dinlemeyeceğimizden emin olabilirsin.

    Adeimantus ekledi: Akşama tanrıça şerefine yapılacak atlı meşale koşusundan haberin yok mu?

    Atlı mı? diye cevapladım. Bak bunu duymamıştım. Atlılar mı taşıyacak meşaleleri ve birbirlerine verecekler yarış sırasında?

    Evet dedi Polemarchus, üstelik gece de bir şenlik düzenlenecek ki kesinlikle kaçırmamalısınız. Yemekten sonra çıkalım da şenlik alanına gidelim; gençler de toplanmış olur, güzel bir sohbet döner. İtiraz etmeyin de kalın yemeğe.

    Glaucon cevap verdi: Madem ısrar ediyorsun, kalacağız artık.

    Öyle olsun dedim.

    Bunun üzerine Polemarchus ile birlikte evine gittik; orada kardeşleri Lysias ve Euthydemus ile yanlarında Chalcedonlu Thrasymachus, Paeanialı Charmantides ve Aristonymus’un oğlu Cleitophon ile karşılaştık. Polemarchus’un babası Cephalus da oradaydı; uzun süredir görmüyordum, çok yaşlanmış buldum. Minderli bir koltuğa kurulmuştu, başında da çiçekten bir taç vardı adaktan yeni dönmüş olduğu için; sandalyeleri yarım daire şeklinde dizmişlerdi, yanına oturduk. Beni muhabbetle karşıladı, sonra şöyle dedi: Daha sık gelmelisin bana Sokrates. Ben sana gelebilecek olsam, sana gel demezdim. Ama ben bu yaşımda kente zar zor inebiliyorum, sen Piraeus’a daha sık uğrasan ne iyi olur. Çünkü ne yalan söyleyeyim, bedensel zevkler benden uzaklaştıkça, sohbetin cazibesi de zevki de artmaya başladı. O yüzden lütfen beni kırma; benim evim senin evindir, bu gençler de senin dostundur; ne zamandır tanışıyoruz, burada rahat edersin.

    Cevapladım: İhtiyarlarla sohbetten daha çok sevdiğim bir şey yok Cephalus, çünkü onları, benim geçeceğim yolları çoktan yürümüş gezginler olarak görüyorum ve sormak istiyorum, yol düz ve kolay mı yoksa yokuşlu ve zor mu diye. Bu da şairlerin ‘ihtiyarlığa merdiven dayamış’ diyeceği senin gibi kişilere sormak istediğim bir soru: Hayat sonuna doğru zorlaşıyor mu, ne diyebilirsin bu konuda?

    Sana kendi izlenimimi aktarayım Sokrates dedi. "Benim yaşımdaki insanlar bir araya toplanırlar, deyim yerindeyse aynı kuşun tüyleriyizdir. Toplantılarımızdaki konular ise ‘midem kaldırmıyor, kafam kaldırmıyor, nerede o eski günler, ah gençlik’ten öteye gitmez. Kimileri akrabalarının kötülüklerinden şikâyet eder, kimisi de başına gelen bütün kötülüğü yaşlılıktan bilir. Ama bence Sokrates, suçu yanlış yerde aramaktadır bu insanlar. Sebebi tek ihtiyarlık olsa, ben de ihtiyarım, başka ihtiyarlar da var; aynı şekilde hissederdik. Ama benim tecrübem böyle değil, tanıdıklarımın da. İhtiyar şair Sofokles’in, ‘İhtiyarlıkla aşk bağdaşır mı, sen hâlâ eskisi gibi misin?’ sorusuna verdiği cevap dün gibi aklımdadır: ‘Aman,’ dedi, ‘o dediğin kişiden kurtulduğum için nasıl mutluyum anlatamam. Kötü ve öfkeli bir efendiden kaçıp kurtulmuşum gibi hissediyorum.’ Sık sık hatırlarım bu sözlerini ve şimdi, söylediği zamana kıyasla daha da doğru geliyor. Çünkü ihtiyarlıkta harika bir özgürlük ve huzur duygusu geliyor insana; arzuların pençeleri gevşediğinde, Sofokles’in de dediği gibi, bir de değil, bir sürü öfkeli efendiden kurtulmuş oluyoruz. Aslında Sokrates, bu pişmanlıkların ve akraba şikâyetlerinin kökeni aynı ve o da yaşlılık değil, insanların kişilikleri ve mizaçlarıdır. Sakin ve mutlu bir kişiliği olanlar yaşlanmanın baskısını neredeyse hiç hissetmezken, doğası tam tersi olanlara gençlik de yaşlılık da büyük derttir."

    İlgiyle dinledim ve ağzından biraz daha laf alabilmek için, Evet Cephalus dedim, ama böyle dediğin zaman insanlar pek ikna olmuyorlar: Mutlu bir mizaca sahip olduğun için değil, çok paran olduğu için yaşlılığın sana koymadığını düşünüyorlar, zenginliğin büyük bir huzur kaynağı olduğu da iyi bilinir.

    Haklısın dedi, ikna olmuyorlar ve söylediklerinde haklılık payı var, ama düşündükleri kadar değil. Themistocles’in, kendisine sataşıp başarısından ötürü değil Atinalı olduğu için ün kazandığını öne süren Serifosluya verdiği cevabı vermek lazım böylelerine: ‘Ben oralı olsam, sen buralı olsan, ikimiz de meşhur olamazdık.’ Zengin olmayıp ihtiyarlığa dayanamayanlara da aynı şey söylenebilir: İyi fakat yoksul insan için de yaşlılık hafif bir yük değildir, ama kötü ve zengin insan içinde asla huzur bulamayacaktır.

    O halde sorabilir miyim Cephalus, servetinin büyük bölümü miras mıdır, alın teri mi?

    Alın teri! Neler kazandım alın terimle biliyor musun Sokrates? Para kazanma sanatında, babamla dedemin arasındayım: Adını taşıdığım dedem, miras kalan servetini ikiye, üçe katladı. Bugünkü varlığımın çoğu ondan geliyor. Babam ise dedemden kalan serveti yedi bitirdi ve ben oğullarıma, bana kalandan az değil biraz daha çok miras bırakabilirsem memnun olacağım.

    Sana bu soruyu sormamın sebebi buydu diye karşılık verdim, çünkü parayı umursamadığını görüyorum, serveti tevarüs etmiş kişilerde, kendi kazanmış kişilere kıyasla daha çok görülür bu: Parayı alın teriyle kazanmış kişiler, tüm insanlar için geçerli olan kullanım ve kazanç işlevi dışında, şairlerin şiirlerini, ana-babaların çocuklarını sevdiği gibi, kendi yaratımları olmasından ileri gelen farklı bir sevgi beslerler paraya karşı. Ağızlarından servete övgü dışında bir laf çıkmadığı için muhabbetleri de hiç çekilmez.

    Bak bu doğru dedi.

    Doğru olmasına doğru da, ben bir soru daha sorabilir miyim? Servetinden elde etmiş olduğunu düşündüğün en büyük fayda hangisidir?

    Bir şey var ama başkalarını ikna etmem zor dedi. Sana şunu söyleyeyim Sokrates, bir insan ölümün kapıda olduğunu hissettiğinde, daha önce aklına hiç gelmemiş korkular ve kaygılar baş gösterir birden; bir öte dünyanın varlığı ve burada işlediği suçlar nedeniyle orada ceza çekecek olması zamanında gülüp geçilecek bir şeyken, artık bir gerçeklik ihtimali olarak çıkar karşısına: Yaşından mıdır, öbür dünyaya yaklaştığından mıdır bilinmez, insan böyle konuları daha net görür, şüphe ve telaşa daha çabuk kapılır ve başkalarına yaptığı yanlışlardan ötürü kendini sorgulamaya başlar. Yanlışlarının toplamının kabarık olduğunu görünce de, geceleri çocuk gibi sıçrayarak uykusundan uyanır, karanlık endişelere kapılır. Ama kötülük nedir bilmeyenler, Pindar’ın deyimiyle, tatlı bir umudun bakımında geçirirler yaşlılıklarını. ‘Umut,’ der Pindar, ‘adalet ve kutsiyet dairesinde yaşamış olanların ruhlarını sevindirir, yaşlılıklarında yoldaşları ve bakıcıları olur; insanın huzursuz ruhunu dindirecek en büyük kuvvettir umut.’

    Ne güzel söylemiş! Varlığın herkese değilse de iyi insanlara büyük faydası, ömür boyu bilerek ya da bilmeyerek kimseyi kandırmaya veya dolandırmaya ihtiyaç duymamaları; yeraltına yolculukları başladığında tanrılara adakları, insanlara borçları kaldı diye dertlenmemeleridir. Varlıklı olmanın bu iç huzuruna katkısı büyüktür; bu nedenle, bire bir de karşılaştıracak olursam, varlığın insana sağladığı pek çok faydanın arasında en büyüğü bu derdim.

    Güzel söyledin Cephalus diye karşılık verdim. Peki adalet, doğruyu söylemek ve borçlarını ödemekten mi ibarettir; başka bir şey değil midir? Bunların da istisnası yok mudur? Diyelim bir arkadaşım selim akılla geldi bana silah emanet etti ve sonra cinnet geçirdiği bir gün geri vermemi istedi. Vermeli miyim? Kimse vermem gerektiğini, vermemin doğru olacağını söyleyemez; tıpkı onun durumundaki bir kişiye sadece doğruları söylemek gerekeceğini öne süremeyeceği gibi.

    Çok haklısın diye cevapladı.

    O halde dedim, doğruyu söyleyip borçlarını ödemek adaletin doğru tanımı değildir.

    Simonides’e bakılacak olursa doğru söylüyorsun Sokrates dedi Polemarchus, araya girerek.

    Çıkmam gerekiyor maalesef dedi Cephalus. Adaklara göz kulak olmak durumundayım, tartışmayı Polemarchus ile arkadaşlarına devrediyorum.

    Polemarchus vârisin değil mi zaten? diye sordum.

    Canavar gibi diye cevapladı ve gülerek adak yerine yürüdü.

    O zaman söyle bakalım tartışmanın vârisi: Simonides adalet konusunda tam olarak ne demiştir sence?

    Borcun ödenmesinin adalet gereği olduğunu söylemiştir ve bence haklıdır da.

    Böyle akıllı ve aydınlatıcı bir insanın lafından şüphe etmeye çekinsem de sana çok açık gelen anlamı, bana tam tersi geliyor. Bana emanet ettiği silahını veya başka bir şeyini aklı yerinde değilken isterse geri vermem gerektiğini söylemiyor; öte yandan borcun ödenmesi şarttır.

    Doğrudur.

    O halde isteyen kişinin aklı yerinde değilse, benim de emaneti geri vermem şart değil midir?

    Kesinlikle değildir.

    Simonides, adalet borcun ödenmesidir derken, bu durumu da kapsamak istememiş midir?

    İstememiştir, çünkü dostların birbirine her zaman iyilik yapmasını, asla kötülük yapmamasını savunur.

    Yani iki taraf arkadaşsa, birinin diğerinden emanet aldığı altını, ona zarar vereceğini bildiği bir anda iade etmesi, borcun ödenmesi olarak değerlendirmez mi dersin?

    Evet.

    Düşmanlarımıza olan borçlarımızı da ödemeli miyiz?

    Elbette düşmanlarımıza da borcumuzu ödemeliyiz ve bence düşman düşmanına hak ya da uygun gördüğünü, yani kötülüğü borçludur.

    O halde Simonides şairlerde alışkanlık olduğu üzere adaletin biraz karanlık bir tasvirini çizmiş oluyor; çünkü aslında adaleti müstahak olunanın verilmesi olarak değerlendiriyor ve bunu borç olarak adlandırıyor.

    Kastı budur herhalde dedi.

    Ha şöyle! diye karşılık verdim. Ayrıca kendisine tababetin ne sağladığı ve sunduğu sorulsa, bize ne cevap verirdi sence?

    Tababetin insan bünyesine ilaç, gıda ve sıvı verdiğini söylerdi.

    Peki aşçılığın sunduğu veya sağladığı şey nedir?

    Gıdaya lezzet.

    Peki adalet kime ne verir?

    Önceki benzetmelerinden hareketle, Sokrates, adalet dostlara iyilik, düşmanlara kötülük yaşatma sanatıdır.

    Demek istediği bu mudur?

    Bence öyle.

    Hastalık sırasında dostlarına iyilik, düşmanlarına kötülük yapma kabiliyeti en çok kimdedir?

    Hekimde.

    Ya açık denizde yolculuk sırasında?

    Kaptanda.

    Peki adaletli bir kişi nasıl bir eylemle düşmanına en çok kötülüğü, dostuna ise iyiliği yapma sonucuna ulaşır?

    Biriyle ittifak kurup diğeriyle savaşarak.

    Ama insan sağlıklıysa, sevgili Polemarchus, hekime ihtiyacı var mıdır?

    Hayır.

    Yolculuğa çıkmayanın kaptana ihtiyacı olur mu?

    Olmaz.

    O zaman barışta adalete gerek yok mudur?

    Böyle bir şey söylemem mümkün değil.

    Adaletin barışta da savaşta da gerekli olduğunu mu düşünüyorsun?

    Evet.

    Tahıl elde etmek için tarımın gerekli olması gibi mi?

    Evet.

    Ayağına ayakkabı giymek için köşkerliğe ihtiyaç olması gibi mi, bunu mu diyorsun?

    Evet.

    Adaletin barış zamanında nasıl bir işlevi veya yaptırımı var?

    Sözleşmelerde adalet gereklidir Sokrates.

    Sözleşmeler derken, ortaklıkları mı kastediyorsun?

    Aynen.

    Peki dama oyununda daha yararlı ve başarılı olan ortak, adil olan oyuncu mudur yoksa becerikli olan oyuncu mu?

    Becerikli oyuncu.

    Duvar ve taş örme için de adil bir insan, becerikli bir duvarcıya göre daha yararlı veya iyi bir ortak olur mu?

    Tam tersi.

    Peki nasıl bir ortaklık olmalı ki, adil bir insan, arp çalan bir insandan daha faydalı olsun? Ne de olsa işimiz arp çalmak ise adil bir kişiden çok, arp çalmayı bilen bir kişiye ihtiyaç vardır.

    Para ortaklığında.

    Evet Polemarchus, ama paranın kullanımında değil herhalde: Bir at alacak veya satacak olsan, rehberinin adaletli biri olmasındansa, attan anlayan biri olması daha yararlı değil midir?

    Kesinlikle.

    Tekne alacak olsan, tekne ustasına ya da bir kaptana danışmaz mısın?

    "Doğrudur.

    O halde altının ya da gümüşün hangi kullanımında adaletli insana gerek duyulur?

    Birine emanet edilmesi gerektiğinde.

    Yani parayı bulundurmak değil, bekletmek istediğinde mi?

    Tam da öyle.

    Yani adaletin yararı, paranın yararının bittiği yerde mi ortaya çıkar?

    Bu sonuca varabiliriz.

    Bir orağı emanete vermek istersen, bireye ve devlete yararlı olan adalettir; ama kullanmak istiyorsan, yararlı olan bağcılık zanaatı mıdır?

    Elbette.

    Bir kalkan veya liri emanette tutmak istiyorsan yararlanacağın şey adalet; kullanmak istiyorsan savaşçılık ve müzisyenlik midir?

    Kesinlikle.

    Diğer şeyler için de geçerli midir bu? Adalet, o şeyler yararsızken yararlı, yararlı iken yararsızdır diyebilir miyiz?

    Diyebiliriz.

    O zaman adaletin pek bir şeye yararı yok. Ama bir meseleyi daha düşünelim: Bir boks karşılaşmasında veya başka dövüşte, en iyi yumruk atan kişi, atılan yumrukları en iyi savuşturacak olan kişi midir?

    Kesinlikle.

    Peki bir hastalığı önlemekte veya ondan korunmakta en iyi olan kişi de, hastalığı yaratmakta en iyi olan kişi midir?

    Doğrudur.

    Ordugâhın en gözü pek nöbetçisi, sancağını en kolay yürütecek olan kişi midir?

    Kesinlikle.

    O halde iyi bir bekçinin, aynı zamanda iyi bir hırsız olduğu da söylenebilir mi?

    Söylenebilir herhalde.

    Yani adaletli bir insan, parayı korumakta iyi olduğu kadar çalmakta da iyi olabilir.

    O sonuç çıkıyor dediklerinden.

    O zaman bizim adam hırsız çıktı demektir. Bu da Homeros’tan öğrenmiş olduğunuzu düşündüğüm bir derstir; ne de olsa kendisi, pek sevdiği Odysseus’un ana tarafından dedesi Autolycus’tan, ‘Hırsızlık ve yalanda herkesi geride bırakacak üstünlükteydi’ diye söz eder. Bu durumda Homeros, Simonides ve sen, adaletin bir hırsızlık sanatı olduğunda ve ‘dostlara iyilik, düşmanlara kötülük etmek için’ uygulanması gerektiğinde mutabıksınız, öyle demiyor muydunuz?

    Hayır, öyle demiyorduk, yani ne dediğimi tam hatırlamıyorum ama sonra söylenenlerin arkasındayım.

    O zaman bir soru daha var: Dostlar ve düşmanlar derken, gerçek dost ve düşmanları mı kastediyoruz, yoksa öyle görünenleri mi?

    İnsanın iyi bildiği kişileri sevmesi, kötü bildiklerinden ise nefret etmesi, beklenecek bir davranıştır şüphesiz.

    Evet ama insanlar iyilik ve kötülük konusunda sık sık yanılmaz mı; iyiyi kötü, kötüyü iyi sanmaz mı?

    Doğrudur.

    O zaman onlar iyileri düşman edinip kötüleri dost bilmez mi?

    Doğrudur.

    Öyle olursa da, kötülere iyilik yaparak veya iyilere kötülük yaparak doğru yapmış olmazlar mı?

    Elbette.

    Ama iyiler adil olur ve adaletsizlik yapmazlar, değil mi?

    Doğrudur.

    O halde senin önermene göre yanlış yapmamış kişileri mağdur etmek adaletlidir.

    Hayır Sokrates, böyle bir öğreti ahlaka sığmaz.

    O zaman adaletli kişiye iyilik yapmalı, adaletsize kötülük mü etmeliyiz?

    Kulağa daha iyi geliyor.

    Ama sonucuna bak: İnsan doğasından habersiz olan pek çok kişi, kötü kişileri dost beller ve bu durumda onlara kötülük yapması gerekir. İyi insanları düşman edinirse de onlara kötülük yapması gerekir; ve bu şekilde, Simonides’in kastettiğini düşündüğümüz şeyin tam tersini öne sürmüş oluruz.

    Çok haklısın dedi. Ayrıca ‘dost’ ve ‘düşman’ sözcüklerinin kullanımında yaptığımız bir hatayı da düzeltmemiz gerekiyor.

    Nedir bu hata Polemarchus? diye sordum.

    İyi görünen ya da iyi olduğu düşünülen kişinin dost olacağını varsaydık.

    Nasıl düzeltebiliriz bu hatayı?

    Daha doğrusu, dost olan ve görünen kişinin iyi olduğunu; iyi olmadığı halde iyi görünen kişinin ise dost olmadığı halde dost göründüğünü, aynısının düşmanlık için de geçerli olduğunu öne sürebiliriz.

    İyilerin dostumuz, kötülerin düşmanımız olduğunu mu savunursun?

    Evet.

    Ayrıca başta dediğimiz gibi, dostlarımıza iyilik düşmanlarımıza kötülük yapmanın adaletin gereği olduğu yerine, farklı bir şey söyleyebilir miyiz? Dostlarımıza iyi oldukları zaman iyilik yapmak, düşmanlarımıza kötü oldukları zaman kötülük yapmak adaletin gereğidir.

    Evet, doğru olabilir bu.

    Ama adaletli olanlar herhangi bir kişiyi incitmeli mi?

    Hem kötü olan hem de düşmanı olanları incitmeli mutlaka.

    Atlar incindikleri zaman iyileşirler mi, kötüleşirler mi?

    İkincisi.

    "Kötüleşir derken, köpeklere değil, atlara has özellikler bakımından, değil mi?

    Evet, atlara has özellikler bakımından.

    Köpekler de kendilerine has özelliklerde iyileşip atlara has özelliklerde kötüleşmez mi?

    Elbette.

    O halde insanların kötüleşmesi, insanlara has olan erdemler bakımından mı bir kötüleşmedir?

    Kesinlikle.

    İnsana has olan bu erdem adalet midir?

    Şüphesiz.

    O halde mağdur edilen kimseler adaletsizliğe mi uğramış olur?

    Sonuç itibarıyla.

    Peki bir müzisyen, yaptığı müzikle insanları müziğe karşı kayıtsızlaştırabilir mi?

    Katiyen.

    Bir atlı, binicilik marifetiyle insanları kötü biniciler yapabilir mi?

    İmkânsız.

    Adaletli olanlar adalet yoluyla insanları adaletsiz yapıp, genel konuşacak olursak, iyiler de erdem yoluyla insanları kötüleştirebilir mi?

    Elbette hayır.

    Sıcağın soğutması kadar imkânsız mı?

    Öyle.

    Veya nemin kurutması?

    Aynen.

    İyiliğin birine zarar vermesi mümkün müdür?

    Değildir.

    Adaletli olan iyi midir?

    Kesinlikle.

    O zaman bir dostu ya da başka birini incitmek, adaletli birinin değil, bilakis adaletsiz birinin yapacağı bir iş midir?

    Söylediğin doğru Sokrates.

    O halde adaletin borçları ödemekten ibaret olduğunu ve insanın dostlarına iyilik, düşmanlarına kötülük borçlu olduğunu söylemek yanlıştır, çünkü demin açıkça gördüğümüz gibi, bir kişiyi incitmek, adalete hiçbir şekilde sığmaz.

    Sana katılıyorum dedi Polemarchus.

    O zaman böyle bir sözü Simonides’e veya Bias’a veya Pittacus’a ya da bir başka bilgeye veya kâhine atfedenlere karşı çarpışmaya hazır mısın benimle birlikte?

    Senin yanında vuruşmaya hazırım dedi.

    Söz bence kime aittir, söyleyeyim mi sana?

    Kime?

    Ya Periander ya Perdiccas ya Xerxes ya Thebesli Ismenias ya da kendi gücünü gözünde büyüten başka bir zengin ve güçlü adam ilk söylemiştir adaletin ‘dostlara iyilik, düşmanlara kötülük yapmak’ olduğunu.

    Doğrudur dedi.

    Evet ama adaletin bu tanımı da çürütülürse, başka nasıl bir tanım getirilebilir?

    Sohbet sırasında Thrasymachus birkaç kez tartışmayı kendi tarafına çekmeye çalıştıysa da sonuna kadar dinlemek isteyen diğer katılımcıların baskısı altında geriledi. Ama Polemarchus ile benim konuşmam bitip bir sessizlik olduğunda, artık kendine hâkim olamadı ve bizi yiyip yutmaya hazırlanan bir canavar gibi üstümüze yürüdü. Onu görünce epey bir telaşa kapıldık.

    Hepimize birden gürledi: Sapıttınız mı siz Sokrates? Ne oluyor, alttan alttan birbirinize yaltaklanıyorsunuz? Eğer adaletin ne olduğunu gerçekten öğrenmek istiyorsanız sadece sormamalı, cevap da vermelisiniz. Bir rakibinizi çürütmekle böbürleneceğinize, kendi cevabınızı bulun da söyleyin, ne de olsa soran çoktur ama cevaplayan az bulunur. Şimdi kalkıp bana adalet vazifedir, menfaattir, kazançtır, getiridir, çıkardır demeyin; böyle saçma sapan lafları kabullenemeyeceğim, bana net bir doğru lazım.

    Telaşlandım, bu sözleri üzerine titremeden göz göze gelemedim onunla. Hatta inanıyorum ki gözümü ona dikmesem korkudan dilimi yutardım, ama öfkesinin kabarmaya başladığını görünce ilk ben baktım gözlerine ve cevap verebildim.

    Thrasymachus dedim mızırdanarak, bize o kadar yüklenme. Polemarchus ile önermelerimizde bir hata yapmış olabiliriz, ama seni temin ederim ki kasıtlı değildir. Bir altın sikke arıyor olsak, ‘birbirimize yaltaklanıp’ bulma şansımızı kendi elimizle teptiğimizi düşünmezdin. Altın sikkelerin tümünden değerli adalet arayışımızda neden yaltaklandığımızı ve hakikate ulaşmaktan erindiğimizi düşünüyorsun o zaman? Hayır sevgili dostum, aslında bulmak için can atıyoruz, gel gör ki bulamıyoruz. Filhakika, senin gibi her şeyi bilenler, bize kızacak yerde acımalıdır.

    Tam bir Sokrates ironisi! diye karşılık verdi acı acı gülerek. Ben söylemedim mi size, ne sorulursa sorulsun hiçbir şekilde cevap vermeyecek; ironiye ve dolambaçlara başvurup cevap vermekten kaçınacak demedim mi?"

    Sen filozofsun Thrasymachus diye karşılık verdim, ve pekâlâ bilirsin ki, bir kişiye, ‘kaçla kaçı çarparsan on iki yapar’ diye sorduktan sonra, ‘ama bana altı çarpı ikiyle, dört çarpı üçle, üç çarpı dörtle gelme, böyle saçma sapan lafları kabullenemem’ dersen, sorunu bu şekilde sorarsan, sana kimse cevap veremez. Ama buna karşılık ‘Ne demek istedin Thrasymachus?’ diye sorduğunu düşünelim. ‘Yasakladığın sayılardan biri, sorunun doğru cevabı ise bile bile onu değil yanlış bir sayıyı mı söylemeliyim sana,’ bunu mu kastediyorsun? Nasıl cevap vereceksin buna?

    Sanki ikisinin en ufak alakası var da!

    Olmaz olur mu? diye karşılık verdim. Velev ki olmasın, sadece sorulan kişinin nezdinde öyle görünsün, ben yasaklasam da yasaklamasam da söylemeyecek mi yani düşündüğünü?

    Yasaklı cevaplardan birini vereceksin gibi anlıyorum.

    Başıma bir şey gelmeyecekse vereceğim, üzerinde düşünüp de tasvip ettiğim bir cevap olursa.

    Ya sana adalet hakkında dedi, bunların hepsinden farklı ve iyi bir cevap verecek olursam? Karşılığında başına neler gelse yeridir?

    Başıma neler mi gelse? Cahil olduğuma göre, bilenden ders almak gelir başıma, başka ne gelmelidir?

    Bedelsiz mi? Fikir olarak güzel tabii...

    Param olunca öderim diye karşılık verdim.

    Var paran Sokrates dedi Glaucon. Ayrıca sen de parayı hiç dert etme Thrasymachus, hepimiz Sokrates için elimizi cebimize atarız.

    Atın da diye karşılık verdi, Sokrates yine hep yaptığını yapsın, kendi cevabını vermek yerine başkasının cevabını alıp didik didik etsin.

    İyi de arkadaşım dedim, hiçbir şey bilmeyen ve bilmediğini de açıkça dile getiren, üstelik kendince bazı fikirleri varsa da mevki sahibi biri tarafından bunları söylemesi yasaklanmış bir kişi ne cevap verecekti? Doğal olanı, konuşmacının senin gibi bildiğini bilen ve onu söyleyebilecek olan bir kişi olmasıdır. O yüzden zahmet olmazsa sen cevaplasan da, gerek ben gerek huzurdakiler aydınlansa.

    Glaucon ve diğerleri de ricama katıldılar. Thrasymachus herhangi birinin de görebileceği üzere konuşmak için çok hevesliydi, çünkü kendisini öne çıkaracak çok iyi bir cevabı olduğunu düşünüyor ve bunu söylemeye can atıyordu. Bir süre benim cevap vermemde ısrar ettikten sonra kendisi konuşmaya başladı. İşte dedi, Sokrates’in bilgisi budur; kendisi bir şey öğrenmez, başkalarının öğrendiklerinden nasiplenir, üstüne bir kuru teşekkürü bile çok görür.

    Başkalarından öğrendiğim diye cevap verdim, doğrudur, ama kıymet bilmediğimi peşinen reddediyorum. Param olmadığı için karşılığını övgüyle öderim. İyi konuşan birini ise bol keseden övmeye ne kadar teşne olduğumu az sonra göreceksin, çünkü çok iyi bir cevap vermeni bekliyorum.

    O zaman dinle dedi, çünkü bence adalet, iktidar sahibinin menfaatinden ibarettir. Niye övmüyorsun şimdi beni? Tabii övmeyeceksin, değil mi?

    Seni önce bir anlayayım diye karşılık verdim. Diyorsun ki adalet, iktidar sahibinin menfaatidir. Nasıl yani Thrasymachus? Gerçekten bunu diyor olamazsın, çünkü vücut geliştirmeci Polydamas hepimizden güçlüdür ve formunu et yiyerek koruduğunu düşünür. Bu durumda et yemek ondan daha zayıf olan bizler için de aynı derecede iyi, adil ve doğru mudur?

    Sözleri alıp söylenene en aykırı gelecek şekilde eğip bükmenden tiksiniyorum Sokrates.

    Çok rica ederim! Hiç de değil, anlamaya çalışıyorum ve senden biraz daha açıklamanı rica ediyorum.

    Peki dedi, hiç duymadın mı farklı yönetim şekilleri olduğunu? Hani despotluklar, demokrasiler, aristokrasiler gibi.

    Evet, biliyorum.

    Hepsinde de iktidar sahibi devlet midir?

    Kesinlikle.

    Farklı devlet türleri de menfaatlerine yardımcı olması için meşreplerine göre demokratik, aristokratik ya da despotik yasalar yaparlar. Kendileri tarafından kendi çıkarları için hazırlanan bu yasalarla tebaalarına adalet dağıtır ve kendilerine karşı gelenleri de yasayı ve adaleti çiğnedikleri gerekçesiyle cezalandırırlar. Adalet anlayışı tüm devletlerde aynıdır derken de bunu kastediyorum. Devletlerin adalet ilkesi birdir, devletin iktidar sahibi olması da gerekli olduğu için, varılacak tek makul sonuç, adalet ilkesinin her yerde aynı olduğu ve bunun da iktidarın veya güç sahibinin menfaati olduğudur.

    Şimdi anladım seni dedim, haklı olup olmadığını da tespit etmeye çalışalım. Ama öncelikle şunu belirteyim ki, adaletin tanımını yaparken benim kullanmamı yasakladığın ‘menfaat’ sözcüğüne başvuruyorsun. Bununla birlikte, sözcüğün başına ‘iktidar sahibinin’ diye eklediğin de doğrudur.

    Ufak bir ekleme, o kadar olsun artık dedi.

    Ufağını büyüğünü bilemem, önce bakalım söylediğin şey doğru mu. Adaletin bir tür menfaat olduğunda mutabıkız, fakat sen ‘iktidar sahibinin’ menfaati olduğunu da söylüyorsun ve ben bu eklemeden emin olamıyorum, o nedenle biraz irdeleyeceğim.

    Buyur o zaman.

    Buyuralım, önce bir soruyla: Tebaanın hükümdara itaat etmesinin, adaletin gereği olduğunu kabul ediyor musun?

    Ediyorum.

    Peki devletlerin hükümdarlarının kuralları hiçbir biçimde yanlış olamaz mı, yoksa bazen yanılma ihtimalleri var mıdır?

    Elbette vardır.

    O halde iktidar sahipleri yasa yaparken bazen doğru, bazen yanlış yapabilirler, öyle mi?

    Doğrudur.

    Doğru yaptıklarında menfaatleri doğrultusunda olur, hatalı yaptıklarında ise menfaatlerine aykırı; mutabık mıyız?

    Evet.

    Yaptıkları yasalara tebaalarının itaati de şarttır; adaletten kastın bu mu?

    Şüphesiz.

    O halde senin önermene göre adalet iktidar sahibinin sadece iyiliğine değil, kötülüğüne de itaat etmektir.

    Ne diyorsun sen? dedi.

    Senin söylediğini tekrarladığımı sanıyorum. Ama bir düşünelim. İktidar sahiplerinin, menfaatlerinin ne yönde olduğu konusunda yanılabileceğini ve bu şekilde verdikleri buyruklara da itaat edilmesi gerektiğini kabul ettik. Etmedik mi?

    Ettik.

    Hükümdarların yanlışlıkla kendi kötülüklerine olacak buyruklar da verebilecek olmaları nedeniyle, adaletin sadece iktidar sahiplerinin menfaatine olmadığını da kabul etmiş oluyorsun. Ama eğer adalet, tebaanın buyruklara itaatinden ibaretse, ey adamların en bilgesi, güçlü olmayanların, iktidar sahibinin menfaatine olan şeylerin yanında onun kötülüğüne olan şeylere de itaat etme zorunluluğundan kaçışı var mı?

    Bu çok net Sokrates dedi Polemarchus.

    Evet öyle diye araya

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1