Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Dört Kafadar: (Ağıtlar ve Övgüler)
Dört Kafadar: (Ağıtlar ve Övgüler)
Dört Kafadar: (Ağıtlar ve Övgüler)
Ebook199 pages2 hours

Dört Kafadar: (Ağıtlar ve Övgüler)

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bu eser, 5 yıllık bir çalışma sonucu ortaya çıktığı için, hem hoşlanacağınız bir kurgunun da içinde olduğu felsefe yüklü bir kitap ortaya çıktı. Kitabın içinde çok şey bulacağınızı düşünüyorum. Kitabın amacı tarih boyunca gelmiş geçmiş ünlü düşünür ve felsefecilerin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır.


                                                * * *


Ralf ağırdan kalkıp kürsü/masaya yerleşti, masadaki tokmağı eline aldı ve bir mahkeme hakimi edasıyşa, birkaç kez masaya vurdu:


   “Dostlar, Bir kişiye de olsa Bilim, Kültür ve Sanat adına bir eşik olursam ne mutlu bana. Sesimi duymayanlara duyurabileceğimi bilsem, inanın aslan olup kükrerdim.”


   “Felsefe bazılarınca bilim kabul edilmese de, Kerim’in dediği gibi bilimin hizmetkarıdır.”


Agoranın kapısı sessizce tıklandı. İçeri fidan boylu 16-17 yaşlarında üç genç girdi; selamlaşıp tanıştılar. Kıvırcık saçlı genç, “İzin verirseniz sohbetlerinize biz de katılmak isteriz”, dedi.


   Ralf: “Ne demek her zaman kapımız açık buyurun gençler.” dedi.


Gençler teşekkür mahiyetinde başlarını sallayarak arka sıraya oturdular. Hep birlikte değişik bitki çaylarından içip kısa bir sohbete başladılar:


   “Gençler, az önce konumuzun felsefe olduğundan bahsediyordum. Felsefe, evrenin, doğanın ve yaşamın sırlarını anlamaya çalışan bir daldır. Tam doğruyu buldum derken, başka zıt bir fikirle yıllarca çarpışır. Bu da yetmezmiş gibi bazen doğruların üstüne gelenekler ve görenekler tuz biber olur; işte o zaman işler kaosa döner. Derin, karmaşık ve uzun konular olduğu için kısa kısa değineceğim. Ayrıntılı öğrenmek isteyene değişik kitaplar verebilirim. Bu konular hakkında odalar dolusu kitap var. Benim görevim ise kapıyı aralamak, gerisi size kalmış; isteyen kapıdan bakar, isteyen içeri girer.”


Güneş ışınlarıyla ısıtmasaydı, dünyada yaşam olmazdı. Gelmiş geçmiş zamana damga vuran bu deliler de dünya düzenine el atmasaydı herhalde taşla sopayla dağ taş dolaşırdık. Felsefe, insan olmamızda en büyük katkı sağlayan dallardan biridir..

LanguageTürkçe
Release dateMay 18, 2024
ISBN9786256308848
Dört Kafadar: (Ağıtlar ve Övgüler)

Related to Dört Kafadar

Related ebooks

Reviews for Dört Kafadar

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Dört Kafadar - Ali Aktaş

    DÖRT KAFADAR

    (Ağıtlar ve Övgüler)

    Ali Aktaş

    Felsefi Roman

    Kitabın Adı: DÖRT KAFADAR

    Yazar: Ali Aktaş

    Sayfa Düzeni, Kapak ve Grafik Tasarım: Bu Kitap, E-Kitap Yayıncılık tarafından hazırlanmıştır.

    Editör: Murat Ukray (Yazar & Editör & Yayıncı)

    Yayıncı (Publisher): E-KİTAP YAYINCILIK

    D:\KIYAMET GERÇEKLİĞİ KÜLLİYATI Murat Ukray {2006-2012}\E-KİTAP PROJESİ\VERGİ-MUHASEBE-LOGO DOSYALARI\LOGOLAR-VERGİ LEVHASI\ekitap kapak.jpg

    https://www.ekitapyayincilik.com

    Açıklama: ANd9GcR3WgR8MfuOcC2EyyfIVPjZe1WzLm6S7E1TzoJ23hOhNANZ6BDwHw www.facebook.com/EKitapProjesi

    İstanbul, Mayıs / 2024

       ISBN: 978-625-7157-73-5

    E-ISBN: 978-625-6308-84-8

    Yayıncı Sertifika No: 45502

    Baskı ve Cilt: Cinius Basım & Yayıncılık

    Matbaa Sertifika No: 52793

    İletişim:

    ali.aktas1809@gmail.com

    Tüm Hakları Saklıdır

    © Copyright, All Right Reserved

    Bu kitabın tüm yayın hakları e-kitap yayıncılığa aittir. Tanıtım alıntıları dışında izinsiz çoğaltılması yasalarımıza göre suç sayılmaktadır. Böyle bir harekete kalkışmak yerine, bize sorarsanız uygar ve paylaşımcı dünya adına seviniriz..

    Kitabın hazırlanmasındaki desteklerinden dolayı

    eşim Sercan, arkadaşım Özgür Ergel

    ve

    Nermin Ben Brahim’e içten teşekkür ederim.

    Yazar, Kerim’in anlattıklarını

    rüyasında yorumlayarak yazar…

    Üç aylık Anna bebek anne-babasının kucağına alışık olduğundan yere bırakıldığında kopardığı yaygara evlere şenlik.

    İki yaşındaki Lars annesi Ulrike’yle el ele kreşe giderken, annesi izin verse yolda çalışan iş makinesine saatlerce bakacak.

    Küçük Mirko’nun dünyaya gelmesine daha birkaç gün var. Angelika’nın yediği tekmeler gözlerini halka halka eder.

    Ralf’ın babası birinci ve ikinci dünya savaşında bulunmuş, İkinci Dünya Savaşı’nda hafif yaralansa da zavallının eceli soğuktan olmuştur.

    Geride gözü yaşlı bir eş, dört küçük çocuk kalır. Anne ve çocuklar soğuk ve açlıkla boğuşarak, yama üstüne yamalı paçavra elbiseler giyerek, bitle, pireyle adına yaşamak denirse, hayatta kalmaya çalışmışlardır.

    Yaşanan acılar iyi güzel tarif edilse de bir yere kadar hissettirilebilir, sonra kelimeler çaresiz kalır. Diş ağrısı ne kadar anlatılırsa anlatılsın, onu yaşayan bilir.

    O günlerde birçok insan sefaleti diz boyu yaşıyordu. Kedi, köpekle aynı kapta yal yiyenler mi, at eşek dışkısından çıkan tahıl tanelerini toplayanları mı ararsın.

    Açlıktan insanın, kedinin köpeğin kemikleri sayılıyordu da, tavukların, ineklerin durumu daha mı iyiydi? Hayvanlar ve insanların uyuzdan, tarifsiz acılar içinde kaşınmaktan bedenleri yaralar içindeydi. Sabahların koynu nice acılarla doluydu. Çoğu insan ruhi çöküntüden aklını yitirmiş gibiydi. Böyle yaşamak düşman başına gelmesin. Kararmış gönüllerin yıldızı parlamıyor, kalplerinin derinlikleri kanıyordu. Hayatla acılar arasında mekik dokuyup duruyorlardı.

    Kime üzülüp kime yanasın, daha baharında, yazında ölene mi, geride kalana mı?

    Kan, gözyaşı, sefalet getiren savaşlar gitsin bir daha geri gelmesin. İsteyenin gözleri önüne aksın, bundan kötü beddua varsa onu da tatsınlar.

    Babasından, Ralf ve ailesine kalan miras, Berlin’in küçük bir kasabasının biraz dışında dört dönüm arazi içinde iki odalı yıkık dökük bir ev, uyuz bir köpek, üç beş domuz, beş on tavuk, bir de tozlu rafta başta İncil olmak üzere tam on bir kitap kalır. İşte bütün varlıkları bunlardan ibarettir, ha bir de eski bir keman kalır. Kitaplar ve bir enstrüman, ne anlamlı yadigardır bilene. Müzik aleti için bir kuru tahta bir kuru tel deyip geçmeyin, kullanmasını bilirsen derdine, sevincine ortak olur, dile gelir. Takdir gördüğü yerde nağmeleriyle bedenleri yüceltir, kötülüklerden uzaklaştırır. Bazen bir nağmeyle bir ritimle ruh baştan çıkar, dans eder kendini unutur gidersin.

    Kitaplar gün geçtikçe çocukların ümitsiz dünyasının parlayan yıldızları olur. Annelerinin öğrettiği, okuma yazma aşısı abla Nina hariç pek güzel tutar. Kitaplar Nina’ya, Nina kitaplara yabancı kalır. Daha on altısında komşu çiftçinin oğlu, on sekiz yaşındaki perişan Josef ile baş göz edilir. Perişan koca Josef’in elinden birkaç inek otlatmaktan başka bir şey gelmez. Ama geceleri iri bedeniyle Nina’nın gönlünü almasını bilir. Bu da Nina’ya dünya malından daha kıymetli, işte gençlik böyle bir şey.

    Ralf’ın abileri tırnaklarıyla kazıya kazıya, Hans öğretmen, Mark inşaat mühendisi olur. Ralf’ın okul hayatı, abilerinin gölgesinde rahat geçti sayılır, ama onun tek şikayeti, abilerinin elinde şamar oğlanı, öte Ralf beri Ralf olmaktı. Evvelden evin küçüğü olmanın kötü yanı evdekilerin hazır kölesi olmaktı. Şimdiki çocuklar şah padişah, eski çamlar bardak olalı yıllar oldu. Tabii ki rahat okul hayatı dediysek bir eli yağda bir eli balda olmadı. Abilerine çok yük olmamak için çoğu zaman isteklerini törpülerdi. Yorgun, savaştan çıkmış bir devlette rahat yüzü görmek o kadar kolay olmasa gerek.

    Ralf yüksek dereceyle maden mühendisliğini bitirir bitirmez, Dortmund’da maden ocağında hemen işe başlar. Başarılarıyla kısa zamanda mevkisini yükseltip beş yılda beş bin çalışandan sorumlu şef olur. Okumayı seven babası, onun bu günlerini görseydi sevinç gözyaşları dökmez miydi? Ralf’ın ve abilerinin çocukları da okumaktan nasiplenmişlerdir. Kimi mühendis, kimi yönetici, kimi işveren olur. Ralf’ın ailesi, birkaç kitabın insan kaderini nasıl değiştirdiğine ve hatta onun neslini de nasıl değiştirdiğine en iyi örnektir.

    Ralf 60’ında şeflikten emekli olduktan sonra Dortmund’un bir ilçesinde iki dönem belediye başkanlığı yapar. Bu kadar hizmet ve kariyer yeter deyip ilçenin biraz dışındaki beş dönümlük çiftliğine çekilir.

    Çiftliğinin yanından yürüme ve bisiklet parkuru geçer, 500-600 metre ilerde küçük yapay gölde ördekler, kuğular ve su tavuklarının ötüşleri etrafı şenlendirirdi. Çocukların evlerinden getirdikleri bayat ekmekleri pay ederken aldıkları haz, gözlerinden ve gülüşlerinden okunurdu. Bu haz karşısında dünya malı da neymiş.

    Doğa hayatın tadı tuzudur, bilmeyene kupkurudur. Her mevsimde kimi yürüyüşle, kimi bisikletiyle göl kenarında boş zamanlarını geçirirken kimi de buzlanan gölün üstünde ruhlarının sis bulutlarını kaldırmaya çalışırlardı. Hele bahar ve yaz günlerinde ortalık çocuk ve kuş sesleri birbirine karışınca soluk canları renklenirdi. Ralf yoldan geçen çocuklarla şakalaşıp onlara meyveler sunarken kimini de Midilli atına bindirirdi.

    Küçük çiftliğinde, iki Midilli atı, dört keçisi, üç-beş koyunu kuzusu, bir köpeği, iki kedisi, tavukları ve kazları vardır. Günlük uğraşı bahçesi ve hayvanlarıdır.

    Ralf’ın karısı Susanne’ye meşguliyet olması için, bahçeli bir kafeterya yaptırır. Susanne de Lilie’yi kendisine yardımcı olarak işe alır. Lilie 30 yaşına yaklaşmıştır ama çok daha genç kızlara taş çıkaracak biridir.

    Sonra böylesine cennet gibi güzel bir bahçenin içinde açtıkları bu yere bir isim düşünürler. Eh, madem cennet gibi bir yerdir o halde adının Paradies¹ olmasına karar verirler. Zaten köken olarak Farsçadaki bahçe kelimesinden gelmektedir.

    ¹ Paradies: Cennet.

    Paradies, pazartesi hariç her gün öğleden sonra ikide açılır ve gece yarısı, yani 24’te kapanır. Hemen her akşam 10 kadar müdavim Lilie’nin cilvesiyle bulanmış ruhlarını katarsis² ederler. Ortalıkta incin top oynarken müdavimlerin muhabbet ve kahkahaları karanlığı çınlatırdı. Gürültülerini kendileri ve çiftçiliğin hayvanlarından başka duyan yoktur. Ralf bundan ötürü hayvanların barınağını uzak bir köşeye yaptırır.

    ² Katarsis: Ruhun kötülüklerden arındırılması.

    Klaus; can dostu Ralf’ın çiftliğinde, yılların verdiği çalışma yorgunluğunu şimdi hayvanlarla ruhunu terapi ederek dinginleştirmenin tadına varmaktadır. Oğlakla kuzu zıplayıp kafa tokuşturup oynarken, kara kedi yatan köpeğin yüzüne küçük küçük şamar atar, kalk oynayalım dercesine. Ördekler ortalıkta vakvaklarken, kazların tıslayarak kafalarını eğip kovalamaları görmeye değer. İhtiyarlar, bahçe işlerini, hayvanların bakımını bitirdikten sonra Paradies’in bahçesindeki köşelerine çekilip biralarını yudumlarken, okuduklarını yorumlayıp kısa ömürlerini şekerden şerbetten tatlı geçirmeye bakarlar. Nasıl olsa öldükten sonra herkes kendi kabrinde kendi köşesine çekilmeyecek mi? Zaman varken dostlarla anın tadını çıkarmak ne güzel. Öyle böyle on yıla yakın zaman gelip geçerken zamanın elleri ayakları sonsuza uzayıp gitmektedir.

    Bir gün, Ralf ve Susanne koltuklarında kahvelerini yudumlayıp havadan sudan konuşurken Ralf’ın yüzünü elem kaplar. Ralf konuya nasıl gireceğini bilmeden, sıkıntıdan ellerini ovuşturarak, ara ara esneyip parmaklarını yüzünde gezdirerek, tedirgin bir ifadeyle Susanne’ye, Suziciğim, senin yaş 74, benimki 78.

    Susanne başını sağa sola çevirerek cilveyle, Biyolojik yaşım öyle olsa da ben ruhen daha çok gencim, sen kendine bak ihtiyar.

    Ralf gözlüğünün altından gözlerini ciddiymiş gibi gerer. Merak etme süslü hanım sen de arkamdan tıpış tıpış geliyorsun, istemesen de.

    Gergin yüz ifadesiyle sadede gelmek için bir iki kere boğazını temizler. Karıcığım, sana söylemek istediğim bir şey var.

    Susanne merakla, Evet, canım seni dinliyorum.

    Ralf nereden başlayacağını bilmeden kem küm ederek, Bankada bir buçuk milyon euroya yakın paramız ve şehir merkezinde iki dairemiz var.

    Susanne pür dikkat, Ee, der.

    Dünyada bunca fakir çocuk varken imkanlarımızı bu çocukların eğitimine harcasak diyorum.

    Susanne şaşkın yutkunarak kırışık ellerini boğazında gezdirir. Hayatım, yıllardan beri her ay 500 euro Afrikalı çocuklara gönderiyoruz ya, diyebilir.

    Ralf ağırdan kar beyaz sakalını kaşıdıktan sonra dudaklarını büzüştürür.

    Suziciğim, çocuklarımızın, torunlarımızın durumları iyi. Biz desen dünyayı gezdik, tozduk, yedik, içtik, dünyanın bütün güzelliklerini tattık. Kabul etsek de etmesek de bahar, yaz, sonbahar derken ömrümüz kışa girdi, bizden sonra çiftliğimiz çocuklara hatıra kalır, yad edip anarlarsa ne mutlu. Birimizin aylığı bize yeter, bağ bahçeyle geçinir gideriz. Doymadık boğazımız mı var. Karıcığım, bu yaştan sonra parayla kuş avlayacak değiliz ya! Bazı insanlar insanlık için hayatını ortaya koyarken bizimki, inan devede kulağı bırak, kıl bile değil.

    Susanne şaşkın damdan düşmüşe döner. Derler ya ne de olsa mal canın yongasıdır. Öyle kolay vermek her babayiğidin harcı değildir. Her kuruşu emeklerinin karşılığıdır. Havadan para kazananlar, hak yiyenlerin çoğu bile zırnıklarını dahi koklatmak istemezler, alın terleriymiş gibi. Paracıklarım daha çok daha çok olsun diye çırpınır dururlar gönül fakirleri.

    Susanne kem küm ederek, Bari bankadaki paralar saklayalım, der.

    Ralf ayağa kalkıp pencereden uzaklara görünmez sefaletin olduğu yerlere bakar, sol gözü kuru olduğundan sağ gözü ikisinin yerine sicim gibi akar, gözlüğünü çıkarıp mendiliyle gözünü ve burnunu siler.

    Bizim ve ailemizin bu paraya gerçekten ihtiyacı yok Suziciğim, öldükten sonra da geri gelecek değiliz. Gelseydik o zamana saklardık, ama çok çocuğun bu paraya ihtiyacı var, anlıyor musun?

    Suzi’nin gönlü pamuk şekeri gibi erir gider. Yaşlı kurda arkasından nemli gözlerle sarılarak, Kocacığım, yaşlı kurttun şimdi deli kurt oldun. Sen böyle mutlu olacaksan ben de mutlu olurum hayatım, der.

    Ralf şeker bulmuş çocuk gibi sevinerek Suzi’nin beline sımsıkı sarılır, onu öpücüklere boğarak teşekkür üstüne teşekkür eder.

    Susanne öğretmenliğin verdiği tecrübeye, Klaus da mı senin gibi düşünüyor?

    Ralf lafı daha fazla dolandırmadan tek kelime cevaplar: Evet.

    Suzi onların birçok ortak yanı olduğunu ve hemen her şeyi paylaştıklarını bildiği için bu soruyu sormuş, beklediği cevabı almıştı. Ralf’ın ve doktorun düşüncelerinin yoldaş olduğunu çevrelerinde bilmeyen yoktur. İki ayrı bedende aynı düşüncede olmaları onları düşünce ikizi yapmıştır.

    Ralf ve Suzi kendilerini sarmaş dolaş yatağa atarlar, bu yaşta cinselliğin hazzına ermek için. Çıkmadık canda her zaman umut vardır, derler.

    Ralf ve Klaus hemen kolları sıvayıp Afrika’nın en yoksul ülkelerden biri olan Burundi’ye hizmet etmeye karar verirler. Orada hiçbir devlet kurumu ve siyasi yapılanmayla bağı olmayan ancak toplumda karşılık bulan bir sivil toplum örgütü üzerinden kurdukları bağlantılar sonrasın işe koyulurlar.

    Beş ilköğretim okulu 10 susuz köye artezyen kuyusu açtırırlar, halkın gösterdiği ilgi ve sevgi ihtiyarların feri sönmüş gözlerini ışıldatır. Köylülerin bağları, bahçeleri yeşerdiği gibi gönülleri de yeşerir, çocukların kirli yüzlerine suyla nur gelir. Hadi, gavur deyip sevme bu iki deliyi?

    Sizi küçük görenler

    Mineleri taştan kayadan mı

    Bilmem?

    Ey böbürlüler

    Ben size insansınız diyorsam

    Elbet bir gün nüktem ortaya çıkacak

    Öte dünyada

    Ah! Gücüm yetmez siz türlü türlü akıl oyunu kuranlara

    Hak nazarında kul nazarında, hepimiz insan değil miyiz

    Ayrı dinler bir değil midir?

    Yüreğim hiçbir kaba sığmaz

    Kederlerim sulara kazılsın

    Şu dünyada kendini bilmez güruhlar yüzünden insanlık hep naçar kaldı, kalıyor da. Ey koca yürekliler, ileride kimi size deli diye gülüp, kimi gavur deyip hor görürse sakın gocunmayın. Afrikalı kara elmasların yüreğine gömüldünüz, haberiniz ola.

    Kendini, çevresini, insanları memnun etmeyen Tanrıyı memnun edebilir mi?

    İki yaşlı, Burundi’den dönünce günlük bahçe ve hayvanların bakımını daha bir keyifle devam ederler. Dallara kurdukları hamakta şekerleme yapıp keyif sürmek yeni adetleri olur. Keşke herkes böyle sağlıklı huzurlu yaşlansa. Kimileri varlık içinde yüzseler de ruhen ve fiziken yerlerde sürünürler. O ruhları huzur bulmayanlara vah ki vah! Huzurun cevabını sorarsan; insanı, ağacı, kuşu, böceği, taşı, toprağı hiçbir beklentisiz sevmekten geçer.

    İhtiyarların akşam üstleri Paradies’in bahçesindeki köşelerinde satranç oynayarak zihinlerini beslemeleri geçmişten gelen alışkanlıklarıdır.

    Klaus’un biricik eşi Bärbel’in hobisi 150 metre karelik bahçesidir. Bahçesine öyle özenle bakıyor ki gören kartpostaldan çıkmış sanıyor. Güzelliğinden, narinliğinden, sadeliğinden ne varsa hepsinden bahçeye katmış. Çiçekleri, ağaçları, dekor taşları, küçük havuzu ve balıkları dilsiz çocuklarıdır. Bir gün ihmal etse yüreği titrer, bu güzellik canına can katar. Bahçesi düş gibidir. Bahçesinden fırsat bulduğunda birasına, meşrubatına Klaus, Ralf ve Susanne ile kağıt oynamak ayrı hobisidir. Çoğu zaman oyunu Klaus’a yüklerler.

    Acıdır ki, günlerden bir gün Susanne yatağında beklenmedik ebedi uykuya dalar. Vakti 76 yaşına kadarmış, ölüme kim karşı koymuş da o koysun. Aslında uykuda ölmek ne temiz bir ölümdür, keşke yaratan herkese böyle bir ölüm nasip etse.

    Ralf’ın göz bebeği gideli gönlü katarakt olur. Oldu mu Suzi, oldu mu, diyerek gönlünü geceli gündüzlü dağlar. Gabi, gülen köpeği Fe ile sık sık ziyarete gelerek dostunu teselli etmeye çalışsa da faydasız. İhtiyarın kalbi ağır bir darbe almışa döner.

    Klaus ve Bärbel çaresizlikten için için çırpınır dururlar. Ya onları kim teselli etsin. Suzi gibi gül perisi dostlarını kaybetmişlerdir. Acılarını gözyaşlarıyla yıkarlar.

    Ralf bir ara kafeteryayı kapatmak istese de Afrikalı çocuklar aklına gelince vazgeçer. Susanne de kapatılmasını istemezdi, diye düşünür. Lilie’nin yanına Katrin’i işe alır, Paradies size emanet, deyip köşesine çekilir.

    Hemen her yaraya bir merhem bulunur da ölüm acısına şifa bulmak kolay değildir; zamanla

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1