Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Baba Anneyi Öldürdüğünde
Baba Anneyi Öldürdüğünde
Baba Anneyi Öldürdüğünde
Ebook248 pages2 hours

Baba Anneyi Öldürdüğünde

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

"Keşke annemin öldürülmesine tanık olmasaydık; çok zor bir durum. Sürekli 'o an' aklıma geliyor."

Türkiye'de erkek şiddeti sebebiyle yaşamını yitiren binlerce kadının geride bıraktıklarının trajedisi, annesi gözlerinin önünde öldürülen küçük kızın "Anne lütfen ölme!" çığlığı ile duyuldu. Ev içi şiddete, çoğu annelerinin öldürüldüğü ana tanık olmuş, bir daha asla baba demeyecek çocuklar. Cinayet sonrası, akrabaları ya da devlet kurumları tarafından bakılarak yeniden hayata tutunmaya, güçlenmeye çalışan çocuklar...

Dr. Gamze Erükçü Akbaş, geride kalan çocuklarla yaptığı derinlemesine görüşmelerde, erkek şiddeti sebebiyle yaşamını yitirmiş on kadının ve geride kalan kırk yedi çocuğun öyküsünü, Türkiye'de aile kurumunun içyüzünü, erkek şiddetinin boyutlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererek anlatıyor.

Baba Anneyi Öldürdüğünde, Türkiye'de annelerini baba şiddeti sebebiyle yitiren çocuklarla yapılan ilk çalışma. Ölmek istemeyenler ve yaşatmaya çalışanlar için ne yapılabilir sorusunu sordurtan çok önemli bir kitap.
LanguageTürkçe
Release dateMay 22, 2024
ISBN9786050969122
Baba Anneyi Öldürdüğünde

Related to Baba Anneyi Öldürdüğünde

Related ebooks

Reviews for Baba Anneyi Öldürdüğünde

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Baba Anneyi Öldürdüğünde - Gamze Erükçü Akbaş

    Baba, anneyi öldürdüğünde...

    Türkiye’de kadın cinayetleri sonrası

    geride kalan çocuklar

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/gamze-erukcu-akbas

    BABA, ANNEYİ ÖLDÜRDÜĞÜNDE...

    Türkiye’de kadın cinayetleri sonrası geride kalan çocuklar

    Yazan: Dr. Gamze Erükçü Akbaş

    Editör: Aslı Güneş

    Yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Kasım 2020 / ISBN 978-605-09-6912-2

    Kapak tasarımı: Geray Gençer

    Kapak görseli: Christine Jerian / EyeEm / Getty Images Turkey

    Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Baba, anneyi öldürdüğünde...

    Türkiye’de kadın cinayetleri sonrası

    geride kalan çocuklar

    Gamze Erükçü Akbaş

    Annem Rukiye’ye,

    sonsuzluğa giden teyzem Nihal’e...

    Teşekkür

    Çalışmaya katkılarından dolayı doktora tez danışmanım Prof. Dr. Kasım Karataş’a; saha çalışmasında kolaylaştırıcı rolü için eşim Emrah Akbaş’a; kişilere ulaşmam konusunda verdikleri destek için Sosyal Hizmet Uzmanı Cemile Güvercin’e; Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği İl Temsilcileri Fidan Ataselim, Ayşen Ece Kavas, Semiha Hasgör’e; ilgili kolluk kuvvetleri ve abim Özgür Erikçi’ye çok teşekkür ederim.

    En büyük teşekkürüm; acılarını, cinayet sonrası yaşantı ve deneyimlerini benimle paylaşan araştırma öznelerine... Çalışmama katıldığınız, yaşamınızın en zor geçen zamanlarını benimle içtenlikle paylaştığınız için çok teşekkür ederim...

    Giriş

    Neden bu araştırma?

    Türkiye’de kadınlar olarak hemen hemen her gün öfkeyle, nefretle, zalimce birer birer öldürülüyoruz. Eğitim, istihdam, daha iyi bir gelecek hakkımız ve ulaşılabilir hayallerimiz için dişimizle tırnağımızla mücadele ederken, en temel hakkımız olan yaşam hakkımız, ataerkil, namus bekçisi, saldırgan, tecavüzcü, istismarcı erkekler tarafından elimizden alınıyor.

    Kadına yönelik erkek şiddetinin toplumsal maliyeti çok ağır. Öyle ki, toplumsal şiddet ve cinayetlerde artış, toplumda bir dehşet duygusu yaratıyor ve bu dünyanın, içinde yaşadığımız coğrafyanın güvenli olmadığı gerçeği ile yüzleştiriyor bizi. Çünkü yalnız bir kişinin bile olsa can güvenliğinin olmadığı yerde, güvenli bir ortamın sağlanmasından bahsetmek mümkün değil. Demokrasiye ve adaleti tesis etmesi gereken kurumlara olan inancın zayıflaması, güvensizlik ve korku içinde yaşayan bir toplum olma gibi sonuçlara yol açıyor kadına yönelik erkek şiddeti. Kimsesiz yapamadığımız için insanlarla ilişki kursak da sevgi-korku gelgitinde yaşıyoruz hepimiz. Korkunun fazla, sevgininse az olduğu bir toplumsal gelgitin içinde...

    Türkiye’deki kadın cinayetlerinin çok büyük bir kısmını partner şiddeti oluşturuyor; şiddet sebebiyle yaşamını yitiren kadının çocuklarıysa kaçınılmaz olarak bu ağır şiddetin hem mağduru hem de tanığı. 2017’de yayınlanan araştırmamızın sonuçlarına göre, birlikte olduğu ya da boşandığı erkekler tarafından öldürülen kadınların yarısı, aynı zamanda bir anne.¹ Her üç çocuktan biri, annesinin babası tarafından öldürüldüğü ana birebir tanıklık ediyor. Düşünün, yazmak bile rahatsız ediyor insanı ama annesinin babası tarafından boğularak, vurularak, bıçaklanarak, yakılarak öldürülmesine şahit olan çocuklar bunlar. İnsan eliyle yaratılan travmalar, doğal afetlerin yarattıklarına kıyasla çok daha fazla etkiliyor insanları, çünkü insanlığa olan inancı sekteye uğratıyor; öfke, nefret ve intikam gibi yıpratıcı duygulara yol açıyor. 2000’li yıllardan sonra artan kadın cinayetleri düşünüldüğünde, Türkiye’de bu travmayı yaşayan on binlerce çocuk var. Failin ve maktulün aileleri de düşünüldüğünde aile içi şiddetin etkilediği insan sayısının tahmin edilenden çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Rakamlar korkunç, haberlerde her gün bir kadının öldürüldüğünü duyuyoruz; üstelik bunlar sadece duyduklarımız, medyaya yansımayan ve ailelerin sessizce adalet beklediği cinayetler de var.

    Emine Bulut cinayetinde yankılanan çocuğun sesi, Anne lütfen ölme diye haykırışı ve öldürülen kadının Ölmek istemiyorum sesi hâlâ kulaklarımızda. Kadın cinayeti haberlerine yönelik duyarsızlaşma ve mağduru suçlayan, Kadın ne yapmış?, Adam cinayeti neden işlemiş? gibi söylemler istismarcı erkekleri daha da güçlendirip, cinayetleri meşrulaştırırken; Emine Bulut cinayeti ile toplumsal tepkilerin yükseldiğini ve malum görüntülerin toplumu çok sarstığını gördük. Amatörce çekilmiş bir video, çoğu yüreğin bam teline bastı. Bu tür olaylarda duyduğumuz, Giden gitti, geride kalan çocuklar ne yapacak şimdi sorusuna alışkındık fakat çoğu kişi bir kadının öldürülmesine ve annesini baba şiddetiyle yitirmek üzere olan bir çocuğun haykırışına bu denli sarsıcı bir biçimde tanık olmamıştı.

    Aslında Türkiye’de daha önce de cinayet sonrası geride kalan çocuk sesleri vardı. 2010 yılında dönemin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın yasaların yeterli olduğu iddiası ile münferit olarak nitelediği cinayette ölen Ayşe Paşalı’nın büyük kızı, bir röportajda annesinin baba şiddetiyle öldürülmesine giden süreçte ihmali bulunan devlete kırgın olduğunu ifade etmişti. Bunu, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun ulaştığı kadın cinayetleri sonrası geride kalan çocuklar izledi. Platform kadına karşı erkek şiddeti sorununa çocukların katılımını oldukça önemsedi. Bazı çocuklar Kadınlar öldürülmesin, çocuklar annesiz kalmasın! sloganları ile acısını paylaştı, olası kadın cinayetlerinin önüne geçmeye çalıştı. Hatta bazı çocuklar kadın cinayetleri ile ilgili gerçek öykülerin anlatıldığı televizyon programlarında yer alma cesareti gösterdi. Bazıları ise cinayet sonrası Bu kadarı çok fazla diyerek gizlendiler, konuşmamayı tercih ettiler, içlerine kapanarak yaşamlarına bu büyük acıyla devam ettiler.

    Bu çalışmaya başlamam, Emine Bulut’un kızının haykırışından birkaç yıl öncesine, 2016 yılına dayanıyor. Her gün öldürülen ve durdurulamayan kadın cinayetlerine duyduğum derin öfke ve cinayet sonrası geride kalan çocukların neler yaşadığına ilişkin merak duygusuydu beni bu konuya yönelten. Türkiye’de, özellikle 2005 yılından sonra artan kadın cinayetleri ve bu yıllardan günümüze öldürülen binlerce kadın bu öfkemi ve kadınlık meselesine olan ilgimi daha çok perçinledi. Kadın cinayetlerinin nasıl önlenebileceğine ilişkin o kadar çok düşündüm ki, öldürülen kadınlar ve onların çocukları zihnimde sürekli dönüp duran, beni hiç bırakmayan gerçekliğim oldu. Bu süreçte tuhaf bir durumu da fark ettim; birkaç gazetecinin haber dosyası, az sayıdaki akademik çalışma ve bazı sivil toplum örgütlerinin kendi çabalarıyla yürüttüğü gölge raporların dışında Türkiye’de kadın cinayetleri meselesi çok az ele alınmıştı. Özellikle geride kalanlarla ilgili hiçbir akademik çalışma yoktu. Sanki bu kadar acıyı yok saymak, toplumsal olarak güçlenebilmemizin yoluydu ve sanki ancak öyle bireysel sevinçlerimizi kesintisiz yaşayabilecektik. Bizi zihnen ve duygusal açıdan rahatsız eden, konforumuzu tepetaklak eden kadın cinayetlerini televizyon kanalını değiştirip, üçüncü sayfa haberlerini de okumayınca ya da sosyal medyada rahatsız eden unsurlar içerebilir uyarısını gördüğümüz videoyu izlemeyince yok sayabilecektik. Gerçekten kaçmanın yollarından biriydi yüzleşmemek.

    Maalesef yüzleşmemenin en önemli sebebi, ülkemizde kadın cinayetlerine dair resmi ve kapsamlı bir veri tabanının var olmaması. Devlet kuruluşları öldürülen kadınların verilerini sistemli olarak tutmuyor. Bunu bazı sivil toplum örgütleri yapsa da medya haberlerine dayanan bu verilerden kapsamlı bilgiler edinilemiyor. Oysa öldürülen kadınlara dair verilerin muhakkak resmi olarak kayıt altına alınması gerekiyor. Öldürülen her bir kadının neden korunamadığının, nasıl korunabileceğinin fark edilmesi, işlerin zamanın seyrine bırakılmaması, yapılan yanlışların ya da eksik uygulamaların yinelenmemesi için bu unsuru çok kritik buluyorum. Özellikle geçmişe dönük olarak ülkemiz genelinde kadın cinayetleri haritalama çalışmasına duyulan ihtiyaç muazzam boyutta.

    Yukarıda da belirttiğim gibi, bu çalışmaya başlamadan önce, kadın cinayetlerinde geride kalanlarla ilgili Türkçe literatürde ne yapılmış diye araştırmaya koyulduğumda maalesef hiçbir akademik çalışmaya rastlayamadım. Sayısız kadın cinayeti ve dolayısıyla bu konumda çok sayıda çocuk olmasına rağmen göz ardı edilen bir konuydu geride kalanlar. Bunu fark ettiğimde tüm çabam bu eksikliği tamamlama gayretine evrildi. Kadın cinayetleri gerçeği ile yüzleşmek, beni binlerce kilometre yol kat ettiğim saha çalışmasında sarsacak, geceleri uykularımı kaçıracak ve öldürülen kadınlar rüyalarıma girecek olsa da buna fazlasıyla değeceğini düşündüm süreç boyunca. Bu çocukları bulmalı, artık hayatta olmayan kadınların ve sesini duyurmak isteyen çocukların sesi olmalıydım. Süreç ilerledikçe, kadın cinayeti olgularını ele aldıkça kadın ve anne kimliğimle, bir kadın olarak maruz kaldığım ayrımcılık deneyimleri ile kadına yönelik şiddetin nasıl ilişkili olduğunu da gördüm. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmek noktasında, bırakın yasal, kurumsal düzenlemelerin dahi olmadığı, yeterli düzeyde kadın dayanışmasının da yaşanamadığı bir ülkenin kadınıydım.

    Bu çalışma 6284 sayılı yasanın çıkmasından sonra öldürülen on kadın cinayeti olgusunu içeriyor. Türkiye’nin farklı bölgelerinde gerçekleşmiş olan bu cinayetleri anlayabilmek için çok sayıda ilde saha çalışması gerçekleştirdim. Altısı çocuk, on yedisi çocuklara bakımveren büyük abla, anneanne, teyze, dayı, yenge ve amca gibi yetişkinlerle gerçekleştirdiğim bu görüşmelerde kadın cinayetleri risk faktörleriyle ve cinayetten etkilenen kırk yedi çocukla ilgili bilgi ve deneyimler edindim. Konunun hassas olması sebebiyle bu araştırmayı çok büyük bir duyarlılıkla gerçekleştirmeye çalıştım. Çocuklar ve bakımverenlerle gerçekleştirdiğim görüşmelerden önce, görüşmelerin etik kurallara uygun olması için, çalıştığım Hacettepe Üniversitesi’nin Etik Komisyonu’ndan etik kurul onayı aldım. Her bir katılımcının, araştırmaya dair gönüllülüğünü ve içten katılımını çok önemsedim ve çalışmaya katılmak istemeyenleri ikna etme çabasına asla girmedim. Çünkü biliyorum ki hassas meseleler ancak rızaya dayalı olarak ifade edilebilir ve edilmelidir. Cinayet sonrası geride kalan çocuklara ve çocuklara bakan yetişkinlere, sosyal hizmet uzmanı olan meslektaşlarım, kolluk kuvvetleri ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu aracılığı ile ulaştım. Kişilerle gerçekleştireceğim derinlemesine görüşmeler öncesi, onların bildiği ve güvendiği insanlarla temasa geçerek kendimi, meramımı anlattım. Görüşme yapacağım kişilerin beni samimi bir sohbet içerisinde yakından tanıması gerekliydi, çünkü hiçbir insanın, güven duymayacağı bir kişiye, yaşamının en zorlayıcı olayını ve ardından yaşananları anlatması mümkün değil. Yaptığım derinlemesine görüşmelerde kadınların evlilik öykülerine, çocukları ile ilişkilerine, partner şiddeti deneyimlerine ve cinayete giden süreçte neler yaşadığına; çocuklarınsa cinayet öncesinde ve sonrasında yaşadıklarına, bu durumla baş etme biçimlerine odaklandım. Çalışmada çocukların ve kadınların gizliliğine verdiğim önemden dolayı isimleri değiştirdim.

    Kadınlara, denizlere karışan nehir isimleri verdim

    bu çalışmada. İstedim ki, metaforik bile olsa

    sonsuzluğa erişebilsinler...

    Çalışmada her bir olguyu ele alırken, kadın cinayetleri sonrası geride kalanlara nasıl ulaştığımı, kişilerle görüşme öncesi nasıl bir ön hazırlık yaptığımı, sahada karşılaştığım durumları anlattım. Bunun ardından kadınların evlilik ve yaşamöykülerine; cinayet öncesi uyarı sinyallerine yer verdim. Çok önemsediğim bir konu olan Kadınları nasıl koruyabilirdik kısmında, kadınların hayatta oldukları dönemde nasıl güçlenebileceklerine ve şiddetsiz bir yaşam için kurumsal, yasal düzeyde neler yapılması gerektiğine dair öneriler getirdim.

    Bu olguları ele almadan önce oldukça önemsediğim bir konunun altını çizmek istiyorum. Çalışmada ele almış olduğum, erkek şiddeti sebebiyle yaşamını yitiren kadınlar hiçbir biçimde güçsüz kadınlar değildir. Bu kadınların güçsüz, yetersiz, istismara rağmen partnerle ilişkisine ısrarla devam eden gibi yanlış tanımlamalara maruz kalmasını asla doğru bulmuyorum. Zira bu tanımlar, erkeklerin neden şiddet uyguladığına değil; kadınların çarpıtılmış eksikliklerine odaklandıkları için kadını suçlayan tanımlardır. Bu çalışmada yer alan kadınlar, yoğun şiddete maruz kaldıkları durumlarda ve imkânsızlıklar içerisinde bile çocuklarının eğitim yaşamına devam etmesini sağlamaya çalışan; çoğu güvencesiz işlerde para kazanmaya, var olmaya, koşullarını iyileştirmeye çabalayan kadınlardır. Bu açıdan çoğu kadının hayatta olduğu dönemde hem kendisi hem de çocuklarını şiddetten kurtarma çabası tarif edilemez, onurlu bir mücadeledir. Her birinin, kendilerine hiç fırsat verilmediği halde çocuklarına kazandırdığı çok büyük bir şey var; o da artık hayatlarında asla şiddet istemeyen, Şiddete hayır diyen çocuklar...

    Kadınların

    yaşamöyküleri

    ...NİL...

    "Genç yaşta öldürüldü annem, 38 yaşındaydı

    öldüğünde, çok gençti"

    Nil’in bayılmadan önceki son cümlesi, Yade, ambulansı çağır!

    olmuş. Öldürülen her kadın gibi hayatta kalmak istemiş.

    Yade ambulansı çağırmadan, İlyas kucaklayıp götürmüş Nil’i.

    Nil’in ailesi ile temasa geçmeden önce, kadın cinayetleri sonrası geride kalanlara nasıl ulaşabilirim diye düşünüyor; bir araştırma kapsamında Türkiye’de 2005 yılından itibaren öldürülen kadınlara dair veri topluyordum. Nil’in öyküsü tam da bu verileri işlerken karşıma çıktı. Nil’in on sekiz yaşındaki kızı Yade’nin, annesini kaybettikten sonra yaptığı açıklama yüreğimin bam teline basmıştı; bu kızı bulmalı, onunla görüşmeliydim. Yade ile bir gün muhakkak görüşeceğimi biliyor, bunu derinden hissediyor ama ona nasıl ulaşacağımı kestiremiyordum. İlk aklıma gelen sosyal medya hesabıydı ama ağır bir kayıp yaşayan kız çocuğuna sosyal medyadan ulaşmak etik kurallar ve yöntem açısından doğru değildi. Bu yolu kullanmayacak olsam da Yade’nin bir sosyal medya hesabının olup olmadığını öğrenmek istedim. Karşıma çıkan ilk sonuç şu oldu: Yade, babasının soyadıyla açtığı bu hesabı, annesi öldürüldükten sonra hiç kullanmamıştı. Babaya ait soyadının kullanılmaması, babayla yaşanan geçmişin reddedilmesi anlamına geliyordu belli ki. Başka bir hesabı var mıydı, bilmiyordum. Yade’nin, annesinin bekârlık soyadıyla açtığı bir hesabı kullandığını daha sonra öğrenecektim.

    Birkaç gün boyunca, Yade’nin annesiyle birlikte olduğu fotoğrafları inceledim; elim istemsizce bu hesaba gidiyor, dakikalarca bu fotoğraflara bakıyordum. Duygulanıyor; hiç tanımadığım, bir kez bile selamlaşmadığım bu anne-kızın birbirine sarıldıkları fotoğraflara dalıp gidiyordum. Hele fotoğraflarda gülümsediğinde bile hep hüzünlü görünen bu kadının artık hayatta olmadığını, şiddet sebebiyle yaşamını yitirdiğini bilmek yüreğimi dağlıyordu. Günler geçti, ona nasıl ulaşacağımı düşünürken aklıma sosyal hizmet uzmanı olan meslektaşlarımın bu olguyu takip ediyor olabilecekleri geldi, fakat o ilde tanıdığım bir meslektaşım yoktu; nasıl olacaktı? Bu dolambaçlı yol bana daha çok vakit kaybettirecekti. Bunun ardından aklıma Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Genel Temsilcisi geldi; Fidan Ataselim telefonuma hemen yanıt verdi, sanki bu defa olacaktı. Kendimi, mesleğimi, neden bu araştırmaya kalkıştığımı hızlıca anlattım ona. Ankara’da yaşadığım için Ankara il temsilcisine yönlendirdi beni Fidan Hanım. İl Temsilcisi Ayşen Hanım’ın telefonunu aldığımda Yade’ye bir adım daha yaklaştığımı hissettim. Ardından Ayşen Hanım’la buluşup görüştüğümüzde, onun çalıştığım bölümden bir dönem ders aldığını öğrendim. Yade’ye ulaşmak için çözümün aslında bu kadar yakınımda bir insan olduğunu görmek hayatın tuhaf bir cilvesiydi. Ayşen Hanım, bu olguyla başka bir ilde platform sorumlusu olan bir arkadaşlarının ilgilendiğini söyleyip beni ona yönlendirdi. Her şey tam da burada başladı diyebilirim. Beni Yade’ye ulaştıracak bu kilit ismi aramadan önce derin bir nefes alıp cesaretimi toplayarak

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1