Esircibaşı
()
About this ebook
"Uzun yıllar öncesine dönüyorum ve Murat Reis'in Oğlu'nu okumaya başlıyorum. Büyük bir hayranlıkla okuduğum bu roman uçsuz bucaksız denizlerden geçip giderek bana Osmanlı tarihini sevdiriyor. Yazarı Reşad Ekrem Koçu, Osmanlı tarihini 'bugünde yaşatan'mucizevi, görkemli bir yazar! Reşad Ekrem'in eşsiz eseriyle dostluğum artık hep sürecek, herhalde ölünceye kadar…"
Selim İleri
"20. yüzyılın başında şehrin hüzünle yaraladığı ve şehrin hüzünlü ama tamamlanmamış bir imgesini yaratan o özel ruhlardan biridir Reşad Ekrem Koçu."
Orhan Pamuk
Reşad Ekrem Koçu, Patrona Halil'de Osmanlı İmparatorluğu'nun hem "lüks" hem de "aydınlanma" anlamında en parlak, en ışıltılı çağı olan Lale Devri'ni ve bu devri sona erdiren kanlı ayaklanmayı bütün cepheleri ve bütün kişileriyle
ele almıştı. Esircibaşı'nda ise "bir buçuk asırdan beri güzel insan alım satımıyla geçinen bir ailenin servet ve görgü mirasına konmuş olan" Esircibaşı Muhsin Çelebi'yi ve onun Çingene kızı Bal'a aşkını anlatıyor. Reşad Ekrem Koçu'nun usta kaleminden Lale Devri'nde geçen ve Patrona Halil İsyanı'yla yarıda kalan acıklı bir aşk hikâyesi.
Read more from Reşad Ekrem Koçu
Dağ Padişahları Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsAşık Ve Şair Padişahlar Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsTürk Zaferleri Rating: 0 out of 5 stars0 ratings
Related to Esircibaşı
Related ebooks
Aşık Ve Şair Padişahlar Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsTürk Zaferleri Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsDağ Padişahları Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsİstanbul Efsaneleri Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsİstanbul Efsaneleri Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsSehzade Annesi Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsEdebiyat ve Sanat Güncesi 1: Edebi Bakışla Yaşamak (Ramazan F. Güzel Kitapları -37) Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsKayıp Ağaçlar Adası Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsDon Kişot: [Resimli] Rating: 3 out of 5 stars3/5Kuyucaklı Yusuf Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsİffet Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsEdebiyat Anılarda Yaşar Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsUstam ve Ben Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsKürk Mantolu Madonna Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsSessiz Yankı Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsOsmanlı'da CinselliK Rating: 1 out of 5 stars1/5Ak Saçlı Genç Kız Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsIstanbul’da Yaşama Sanatı Rating: 5 out of 5 stars5/5Isık Göl Seni Sevdim Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsMesnevi: Tam Metin Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsTanrının Çorbasını İçmiştik Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsMezun Cinayetleri Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsKelebeğin Çilesi Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsÖmür Bir Gün Bittiğinde Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsBurun: Moliere Versiyonu Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsHayat Manzum Bir İbret- (Bütün Şiirleri Serisi: 8) Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsFâtih Sultan Mehmet Han ve Gerçekleşen Fetih İdeali Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsEmin Ellerde Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsHasret Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsKraliçenin Pireleri Rating: 0 out of 5 stars0 ratings
Reviews for Esircibaşı
0 ratings0 reviews
Book preview
Esircibaşı - Reşad Ekrem Koçu
Esircibaşı
Lale Devri’nde Bir Aşk Romanı
DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:
https://www.dogankitap.com.tr/yazar/resad-ekrem-kocu
ESİRCİBAŞI
Lale Devri’nde Bir Aşk Romanı
Yazan: Reşad Ekrem Koçu
Yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.
Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya
tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
Dijital yayın tarihi: /Şubat 2021 / ISBN 978-605-09-7893-3
Kapak tasarımı: Geray Gençer
Kapak görseli: © istock/syolacan
Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.
19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 1 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL
Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16
www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr
Esircibaşı
Lale Devri’nde Bir Aşk Romanı
Reşad Ekrem Koçu
Esircibaşı Muhsin Çelebi
Muhsin Çelebi, yatağının başucundan aldığı murassa el aynasında, Hint minyatürlerindeki şehzadelere benzeyen yüzüne dalmıştı.
1730 Temmuzunun bir gece yarısıydı; üç kollu gümüş şamdandaki balmumları tükenmek üzereydi. Fakat, Kanlıca Koyu’nun ağzında, arkasını fıstık ağaçlarıyla örüşmüş bir tepeciğe yaslamış olan Esircibaşı Yalısı’nın içini, püskürme ay ışığı aydınlatıyordu. Ayın on dördüydü; kıl iğneyle nakış işlenebilirdi. Bürümcüğün âlâsından yapılmış olan bir cibinlik, dört ucundan incecik altın zincirlerle, pencereleri denize bakan odanın dört köşesine asılmıştı; ay ışığında, ipek, üzerine gümüş tozu serpilmiş gibi parlıyordu. Cibinliğin içine kuştüyü bir yatak serilmişti. Üç atlas şiltenin üstüne al çubuklu bürümcük çarşaf örtülmüş, yorgan yerine bürümcüğe kaplı bir şal atılmıştı.
Yaşı otuzuna varmamış, tüvana bir esmer güzeli olan Muhsin Çelebi’nin koynunda bir cariye yatıyordu; uyumuyordu, fakat gözlerini açmış, uyandığını belli etmemişti. Devrim devrim kara kirpiklerini arada bir hafifçe aralayarak, murassa el aynasında güzel yüzünü seyreden genç efendisini gözetliyor, onun kendisini uyandırmasını bekliyordu.
Muhsin Çelebi, tuvalet ve kıyafetiyle İstanbul modasını çıkaran gençlerdendi. Aslen Ürgüplü, Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın hemşerisiydi; İstanbul’un en zengin esir tüccarıydı.
Bir buçuk asırdan beri güzel insan alım satımıyla geçinen bir ailenin servet ve görgü mirasına konmuş olan Muhsin Çelebi, insan yapısının bütün sır düğümlerini çözmüştü, insan vücuduyla balmumu gibi oynardı. Ham cevher olarak aldığı esirleri, türlü türlü genç kesimleri, uzun bir dikkatle elde edilen en tatlı deri renkleri, kumaş ve mücevherle bir kuyumcu gibi işlerdi. Kendisine de, esir pazarında satılığa çıkarılacak bir esmer köle gibi bakardı, alnına döktüğü bir sıra Muhsin Çelebi kâkülü
, yenleri karanfil oyalı Muhsin Çelebi mintanı
, etrafına çember sarılmış al Cezayir külahının tepesinden sırmalı kordonla sarkıtılmış bir top incir, Muhsin Çelebi püskülü
taklit edilmeye değerdi.
Beyaz üstüne sarı çizgili Şam işi ipekli gecelik entarisinin üstüne, göbeğinden meme altına kadar sımsıkı bir kuşak sarmıştı; öyle ki, kuştüyü yatağa uzanmış vücudunu, olduğundan uzun gösteriyordu. İnce dudakları geniş ağzının üstünde, ince, kapkara ve kıvırcık bıyıkları, yüzüne bir vakar veriyordu.
Muhsin Çelebi, aynanın içinde kendi genç ve güzel yüzünü seyretmiyordu. İri kara gözleriyle kendisini manyetizma ederek kim bilir nerelerde dolaşıyor, neler görüyordu.
Genç esir tüccarı, bir aralık, yatağının içinde birdenbire doğruldu. Aynayı yastığının üstüne atarak bir pençesinin üstünde yarı doğruldu ve dudaklarından bir isim döküldü:
Leyla!..
Odanın, ceviz ağacından yapılmış pencere kepenkleri açıktı. Denizden, davudi bir kadın sesi, Hanende Firuzağalı hamamcı kızı Leyla’nın sesi geliyordu, okuduğu rast şarkıyı, Muhsin Çelebi ilk defa olarak işitiyordu.
Yetmez mi sana bister ü bâlin kuzucağım,
Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucağım,
Ateşlik eder sana bu sinemdeki dağım,
Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucağım
Sen böyle soğuk yerde niçin yatar uyursun,
Billahi döğer dur hele dâyen seni görürsün;
Dahi küçücüksün, yalnız yatma üşürsün,
Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucağım
Yaklaşdı şita, ebr-i siyah tuttu cihanı,
Kalmadı sabanın gezecek tab ü tüvanı,
Kurbanın olam geçdi Boğaz seyri zamanı,
Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucağım.
Muhsin Çelebi, ancak o zaman, yalnız olmadığını hatırladı, elini cariyenin omuzuna koyarak kızı usulca sarstı ve gayet kısık:
Nasib!.. Nasib!..
diye seslendi.
Bir Gürcü kızı olan Nasib zaten uyumuyordu. Zambak dikenler arasında neyse, Nasib de bin kızın arasında öyleydi. Çevik bir hareketle kalktı:
Efendim... Ağam...
Yarı çıplak omuz başları, bir çift haşarı keçi yavrusuna benzeyen memeleri, vücudunda o kadar ahenkli ve tatlı dizilmişlerdi ki, usta bir kuyumcunun elinden çıkmış ve ortalarına küçücük birer yakut oturtulmuş fildişi gerdanlık gibiydi.
İki genç fısıltıyla konuştular:
Sahib-i devlet efendimiz geçer...
İbrahim Paşa mı?
İbrahim Paşa efendimiz geçer...
Bu sırada hamamcı kızı, şarkının dördüncü kıtasına başlamıştı.
Hanendeye zengin bir saz refakat ediyordu. Sesin uzaklaşmadığına göre, kayıklar, yalının önünde durmuş olacaklardı:
Bir câm çek ey gonce dehen def’-i humar et,
Çeşmimde hayalin gibi gel geşt ü güzar et,
Nakşin gibi âyine-i sinemde karar et,
Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucağım.
Sahib-i devlet efendimiz yalı önünde durur...
Delikanlı fazla bir şey söylemedi. Nasib kıvrak bir hareketle cibinliğin dışına kaydı. Çıplak ayaklarıyla pervane gibi dönmeye başladı; cibinliği toplamak, efendisinin terliklerini, gecelik külahını, beyaz ketenden yapılmış ince ve uzun, geniş kollu gecelik hırkasını giydirmek birkaç saniyelik iş oldu.
Dir sana Nedimâ bunu tekrar be tekrar,
Bigâne ile itme sakın azm-i çemenzar,
Gürgân gibi ağyar kaparlar seni zinhar,
Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucağım.
Yalının önünde, deniz, sıvama elmas döşenmiş murassa bir kemer gibiydi. Biri beş, ikisi üç çifte üç saray kayığı, rıhtımdan birkaç kulaç açıkta, kürekçilerinin ustaca manevralarıyla demir atmışlar gibi duruyorlardı.
Muhsin Çelebi, yatak odasının kapısına koşarken, rıhtımdan bir alkış sesi yükselmişti. Rıhtım nöbetçilerinin verdiği haber üzerine, kâhya, bütün yalı halkını süratle ve gürültüsüz ayağa kaldırmış, rıhtıma, boydan boya, birkaç dakika içinde 13 ile 18 yaş arasında birbirinden güzel yüz elli tane köle dizerek sadrazamı ve maiyetini alkışlamıştı. Bir taraftan da kendisi hareme, efendisine koşmuştu.
Sofalarda, salonlarda avizeler indirilip yakılıyor, üçer, yedişer, on beşer kollu altın ve gümüş şamdanlar mumlarla donatılıyordu. Esircibaşı Yalısı, bir baskınına uğradığı sadrazamı, azamet ve ihtişamına denk bir şekilde ağırlamaya çalışıyordu.
Rıhtıma ilk yanaşan, Sadrazam Kethüdası Mehmed Paşa’nın üç çifte kılavuz kayığı olmuştu. Her küreğini bir kişi çekiyordu; küreklerin başında, iki sıra halinde altı tane tüvana yiğit dizilmişti: başlarında mavi püsküllü kırmızı Cezayir fesleri, sırtlarında beyaz dimiden, kolları sıvanmış bol gemici mintanları ve aynı kumaştan kısa gemici donları vardı.
Ayakları çıplaktı. Bellerinde bir örnek kırmızı yün kuşak sarılıydı. Altısı da ter bıyıklı, kızıl derili gençlerdi. Öbür kayıklarda bulunan kürekçiler de, bu altı yiğidin eşiydi. Kaş, göz, ağız, burun farkları müstesna, hepsi sanki aynı madenden aynı kalıba dökülmüş pehlivanlardı.
Mehmed Paşa, genç ve güzel bir adamdı. Uzun boylu, esmer tenli, şahbaz bir yiğitti. Var ile yok arası, gayet kısa kesilmiş gür bir sakal, uçları dudak kenarlarından bu sakala karışmış ince kara kara bıyıklar, yüzünü olduğundan biraz daha esmer gösteriyordu. Fakat çok geniş, elmacık kemikleri çıkık, gayet iri bir çift kara göz ve bir süzme burunla süslenmiş olan bu esmer yüz, o kadar temizdi ki, karşısında ilk duyulan şeyler, sevgi ve emniyetti. Nitekim Nevşehirli İbrahim Paşa, genç Mehmed Ağa’yı ilk görüşünde damat edinmeye karar vermişti.
Devrin büyük bestekârı Ebubekir Çavuş’un riyasetindeki saz takımı da Kethüda Paşa’nın kılavuz kayığındaydı: bir kemençe, bir tambur, bir tef, bir ney ve bir kudümden mürekkepti. Fakat her saz, bir üstadın elindeydi. Kemençeyi bizzat Ebubekir Çavuş çalıyordu. Tambur, Şehit Ali Paşa’nın Sakızlı mahbuplarından Köçek Vasil’in