Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Tanıdık Şeyler
Tanıdık Şeyler
Tanıdık Şeyler
Ebook183 pages2 hours

Tanıdık Şeyler

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

"Hwang Sok-yong, Asya'nın en güçlü sesi."

― Kenzaburo Oe

Çiçek Adası'nda zorlu bir gün daha başlıyordu. Çöplükteki mahallenin sakinleri, ateşin çevresinde toplandılar. Üzerlerinde çöplerin içinden seçtikleri kıyafetler, boyunlarında bezden maskeleri; teneke kutulara koydukları yiyecekleri atıştırdılar.

Sonra kapkara bir bulut çöktü. Bu, bir sinek sürüsü değildi. Daha karanlık bir şeydi.

Tanıdık Şeyler, eşyaya meftun kentlilerin kullanıp attıklarından kendilerine yeni bir dünya kuranların olağanüstü hikâyesi. Kore edebiyatının büyük ismi Hwang Sok-yong'un kaleminden.
LanguageTürkçe
Release dateMay 30, 2024
ISBN9786258380569
Tanıdık Şeyler

Related to Tanıdık Şeyler

Related ebooks

Related categories

Reviews for Tanıdık Şeyler

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Tanıdık Şeyler - Hwang Sok-yong

    Tanıdık Şeyler

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/hwang-sok-yong

    TANIDIK ŞEYLER

    Yazan: Hwang Sok-yong

    © Hwang Sok-yong, 2011

    Orijinal adı: Nadigın Sesanğ

    Korece aslından çeviren: S. Göksel Türközü

    Yayına hazırlayan: Sıla Arlı

    Türkçe yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu kitabın Türkçe yayın hakları Kalem Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır.

    Literature Translation Institute of Korea (LTI Korea) desteğiyle yayımlanmıştır.

    Dijital yayın tarihi: /Mayıs 2022 / ISBN 978-625-8380-56-9

    Kapak tasarımı: Geray Gençer

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Tanıdık Şeyler

    Hwang Sok-yong

    Çeviren: S. Göksel Türközü

    1

    Nehrin karşısındaki kırların bitiminde güneş alçalıyordu. Kafayı çevirip tekrar bakınca şaşılacak kadar yuvarlak ve büyük güneşin birden battığı görünüyordu. Kamyon, çevreyolundan geçerek nehir kenarındaki yolda gidiyor, köprünün göründüğü yerden itibaren bir durup bir ilerliyordu. Artık yol tıkanmaya başlamıştı.

    Çocuk, şoför mahallinin hemen arka tarafındaydı ve kamyon kasasının demir direğinden iki eliyle sıkıca tutmuştu. Yüzü öne bakar halde ayakta durduğundan nehir tarafı ile yolun ön kısmını izleyebiliyordu. Büyük şehrin doğu bölgesinde annesiyle birlikte bir çöp kamyonuna binmişti. Kamyonlar yoğun trafikte yavaş yavaş ilerliyordu. Çocuğun içinde olduğu kamyon ise nehir kenarındaki yoldan ayrılıp dereden daha geniş bir çayın kıyısındaki şose yola girdi. Günbatımı, göğün sadece batısında kalmıştı ve etraf iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Çayın karşısındaki kuzey bölgede, dağa sırtını dayamış küçük bir mahalle vardı ve evlerin pencerelerinden hoş bir ışık yayılıyordu. Çocuk, bu mahallenin bir yerlerinde annesiyle yaşayacağı bir ev olduğunu sanmıştı.

    Gün batarken çay kenarındaki uzun bir kargının rüzgârda sallanması, birden uzak ve yabancı topraklara varmışlar gibi hissettirdi. Tozlar, farlarını yakmaya başlamış kamyonların önünü arkasını bir bulut misali sarmıştı. Hoş ışığın göründüğü mahalleden tamamen ters yöndeki yola dönen kamyonlar, yokuşu çıkmaya başlamıştı ve tahıl taneleri gibi bir şeyler karanlıkta uçarak çocuğun yüzüne çarpıyordu. Hareket ettikleri doğu bölgesi çöp toplama alanından çöpleri ağzına kadar dolduran yük kamyonunun kasasında, buldukları yere oturan sadece annesi ile çocuk değildi. Onlarla birlikte üç adam ve iki de kadın vardı. Kimi uygun büyüklükte bir muşamba sermiş oturuyor, kimi de muşambayı bacaklarına sarınmış, kamyon kasasını iki eliyle sıkıca tutuyordu. Baştan beri çöplerin tam ortasında oturduklarından, yayılmaya başlayan ağır kokuyu tam anlamıyla fark edemediler. Fakat kamyon yokuşu çıkıp oldukça geniş bir meydanda durunca çok güçlü olan kokudan neredeyse nefes alamaz oldular. Bu ağır koku biraz gübre, biraz kanalizasyon ve biraz da bozulmuş yiyecek kokusunun, veyahut mayalanmış soya ezmesi döncanğ ile soya sosunun kaynatılıp bekletildikten sonra yaydığı kokunun birleşmiş hali gibi, dayanılamayacak bir kokuydu. Karanlığın içinde durmadan yüzlerine, kollarına ve üstlerine yapışıp uçuşan, özellikle dudaklarının kenarı ile göz çevresine cesaretle çöreklenip soğuk ve yapışkan dokunaçlarını uzatan şeyler, bir sinek sürüsüydü.

    Çocuk, ismini veya buna benzer bilgileri asla kimseye söylemezdi. Hatta ve hatta soy ismi konusunda daha ketumdu. Okula gidenler soy isimlerini bile ekleyerek birbirlerine yüksek sesle seslenseler de, ona göre bu tam da ilkokul çocuklarının yapacağı bir şeydi. Aslında on üç yaşında olmasına rağmen sokakta yaşını iki yaş büyütüp on beş demişti. Bir keresinde mahalledeki ağabeylerin, onun ergenlik tüylerini teftiş etmeye yeltendikleri bir kriz anında içlerinden birine kafa atıp çocuğun ön dişini kırmıştı. Elbette kendi burnu da anında kan içinde kalmıştı. Kaburga kemiğinin yerinden oynadığını düşündü, bir ay boyunca her nefes alışında göğüs kafesi sızlamış, acı çekmişti. Yine de kendisini onurunu korumuş sayıyordu. Sokaktaki arkadaşlarının her biri ona çekirge, devekuşu hatta pörtlek gibi farklı lakaplarla seslenirdi. Çekirge, kol ve bacakları uzun olup iyi koştuğu için dördüncü sınıftayken öğretmeninin ekin çekirgesi diye taktığı lakaptan ekin sözcüğünün atılmış haliydi. Devekuşu ise kibarca leylek veya turna diye çağırmak yerine boynu ve diğer uzuvları uzun başka bir kuş olan devekuşunu kullanmaları sonucunda takılmış bir lakaptı.

    Her ikisinden de hoşlanmıyordu ama pörtlek lakabı ona göre yine de fena değildi. Pörtlek, çocuğun yaşadığı mahalledeki polisin taktığı bir lakaptı. Karakolun camlarını şangır şungur yere indirip hızla kaçarlarken çocuklardan birkaçı yakalanıp diz çökerek cezalandırıldıklarında polis memuru, dosya yığını ile çocuğun kafasına onlarca kez sertçe vururken Pörtlek! diye bağırmıştı. Seni pörtlek gözlü velet! Ne cüretle bana gözlerini dikip bakarsın! Şimdi o gözlerini oyarım bak! Babanı al getir, seni çakal! Bu olaydan sonra arkadaşları onu başka bir lakapla çağırdıklarında onları merhametsizce dövüyor ama Pörtlek diye seslenirlerse sakin kalıyor veya en azından karşılık veriyordu. Bir yere gidip akranlarıyla konuşmaya başladığında da kendini Pörtlek diye tanıtır olmuştu. Pörtlek, orta halli ailelerin çocuklarından ayırt edilmek için kafasına göre kullandığı bir lakaptı. Orduda rütbe alanlara yıldız takılır, hapsi boylayıp çıkanlara da yıldız taktı denirdi. Hapse girerek itibar kazanan yetişkinler gibi Pörtlek de bu lakabı kendi kendine hak etmişti.

    Pörtlek, beşinci sınıfın birinci dönemine kadar ilkokula devam etmiş, sonra da okulu bırakmıştı. Annesi pazarda tezgâh açarak satış yapıyor, gecekondu mahallesinde bir göz odanın kirasını ödeyip çocuğu aç açık bırakmıyordu. Çocuk, gecekondu mahallesindeki akranlarıyla sokaklarda avare dolanırken annesinin tezgâh açtığı pazardaki bir giyim mağazasında iş buldu. Giyim mağazaları büyük caddede sıralı binaların içinde olsa da dikiş atölyeleri ücra ara sokaklarda bulunuyor ve mağaza sahiplerinin her biri atölye kiralayıp birkaç dikiş makinesinde beş altı terzi çalıştırıyordu. Çocuğun yaptığı, atölye ile mağaza arasında mekik dokuyarak dikilmiş kıyafetleri götürmek veya kumaş, iplik, düğme vesaire malzemeleri alıp atölyeye teslim etmek gibi ufak bir ayak işiydi. Havanın karardığı sıralar Pörtlek, annesinin satış yaptığı pazara gitti. Fakat diğer kadınlar seyyar tezgâhlarını toparlarken annesi ortalarda yoktu.

    Annem nereye gitti?

    Annen çapkınlık yapmaya gitti herhalde, ha ha ha.

    Bir kadın alaycı bir dille konuşurken yan taraftaki de onu destekledi.

    Baban gelmişe benziyor.

    Babam mı?

    Kadının tarif ettiği lokantaların olduğu sokağa doğru koşarak gitti. Pişen balığın ve kaynayan bağırsak dolması sunde çorbasının kokusunun yayıldığı sokağa girip iki taraftaki lokantaları yoklarken annesini bir adamla karşılıklı oturur halde buldu. Adamın arkası dönük olduğu için kim olduğunu anlayamamıştı ama sırtında askeri bir sahra ceketi, başında da mavi bir spor şapka vardı. Pörtlek tereddütle lokantaya girince annesi onu fark ederek el salladı. Çocuk masaya yaklaşıp onun babası olup olmadığına bakacakken adam dönüp elini uzatarak Pörtlek’in başını okşamak istedi. O, hemen başını eğip geriye doğru çekildi. Çünkü adamın babası olmadığını o an anlamıştı. Adam bozularak elini indirip Ne kadar da büyümüşsün. Paytak paytak yürüyüp dolaşman dün gibi gözümün önünde... dedi.

    Selam versene. Babanın arkadaşı.

    Pörtlek başıyla sadece hafif bir selam verip annesinin yanına oturarak dikkatle karşısındaki adamı inceledi. Gözleri büyük ve ışıl ışıl, burnu da oldukça dolgun olduğu için ilk izlenimi fena değildi ama sol gözünün altında, yanağının neredeyse tamamını kaplayan mor ve büyük bir leke vardı. Bir yerden gözüm ısırıyor. Aa, doğru! Çizgi filmdeki, mavi ve kızıl pardösülü, yüzünün yarısı beyaz yarısı masmavi, uzun çeneli Kont Asura değil mi bu? Şeytanların büyük kralı Doktor Hell’in sağ kolu, daima adil Mazinger Z tarafından bozguna uğrasa da hep sinsi komplolar kuran haydut. Pörtlek, mücadele ruhu nedense alevlendiği için yumruğunu öfkeyle sıkıp ona dik dik baktı.

    Bir kulübe de olsa hem kira vermeden oturacaksınız hem de bir günlük kazancınız burada kazandığınızın neredeyse üç katı olacak. Son zamanlarda böyle bir işi dünyada bulamazsınız yani.

    Adam konuşmaya devam etti, anne ise etkilenmiş yüz ifadesiyle ona doğru eğilip başını salladı.

    Babası ne zaman ortaya çıkar bilmiyorum ama... Ağabey, siz sadece beni kaydettirirseniz ne iş olsa yaparım.

    İki yumruğunu masanın üstüne koyarak dik dik bakan Pörtlek’i göz ucuyla süzen adam ona sordu.

    Kaç yaşındasın?

    Pörtlek annesinin yanında kesinlikle on beş yaşındayım diyemeyeceğinden ağzını açmadı, onun yerine annesi cevap verdi. 

    On üç yaşında.

    Adam abartılı bir şaşkınlıkla ağzını açtı.

    Yok canım, daha büyük görünüyor ya! Daha on üç yaşında mı diyorsun? Birileri sorarsa on beş yaşındayım de, tamam mı?

    Pörtlek hissettiklerinin aksine biraz utanmış halde mırıldandı. 

    Arkadaşlarımın hepsi on beş yaşında...

    İyi iyi. Öyleyse ortaokulu bitirmiş olmalısın. Bu arada sen resmi olarak kaydolup çalışırsın, çocuk da geri planda ayrıştırma işine yardımcı olursa başkalarından iki kat daha fazla kazanırsınız.

    Eve döndükten sonra annesi, içi kıpır kıpır olduğundan uyuyamıyor gibiydi. 

    Ev sahibi odayı boşaltmamızı söylediği için zaten çok endişeleniyordum. Bu iş ilaç gibi geldi. Hem işimiz hem de başımızı sokacağımız bir evimiz olacak; artık rahat bir nefes alabileceğiz.

    Pörtlek’in annesi ile babası yetimhanede birlikte büyümüşlerdi. Önce babası kaçmış ve şehri bir uçtan bir uca başıboş dolanırken ilçe belediyelerinde örgütlenmeye başlayan işçi ekibine girmişti. Her ne kadar büyük bir hurdacı dükkânı açamasa da atılan eşyaların toplandığı küçük bir bölgenin sorumlusu olmuştu. Babası, annesini bu sıralar yanına almaya gelmişti. Annesiyse genç bir kızken, henüz altı yaşında bile olmayan yetimlerin bakıcılığını üstlenerek yetimhanede kalmıştı. Aslında atılmış eşyaları toplama işinde sağlam eşyaların denk geldiği oluyor, çalıntı malların emanet alınıp elden çıkarıldığına sık rastlanıyordu. Bu sebeple işçi ekibindekilerin ara sıra hırsız olarak suçlanması kaçınılmazdı. Üstelik yetki alanında hırsızlık vakası sıklaşınca emniyete çağrılmalar olağan hale gelmişti ve çoğunlukla bölgenin genel sorumlusu aracılığıyla bir kişinin günah keçisi olarak gönderilmesinin talep edildiği de olurdu. Bir iki yıldız alan, yani hırsız yaftası takılanlar hırsızlık vakalarının sorumluluğunu üstlenip kuzu kuzu hapse girip çıkarlardı. Ardından battı balık yan gider diye milletin çelik kapılarından başlamak üzere bakır ya da alüminyum gibi değerli kamu mallarını kolayca çalarlardı. Yerleşim yerinde hurda toplamak için dolanırken bir evin boş olduğunun kokusunu alıp evi soydukları da olurdu.

    Pörtlek’in okuldan elini eteğini çektiği yıl, babası sırra kadem bastı. Aslında babasının kaybolması yüzünden maddi durumlarının zorlaşmasıyla okulu bırakmış sayılırdı. Bu kayboluş daha önce de tekrarlandığı için annesiyle beraber, babanın bir yerlere takıldığını düşünüp eve dönmeyen adamı on beş güne yakın beklediler. Normalde olsa emniyet ya da mahalle karakolundan aileyi çağırıp falanca şahıs gözaltına alınarak falanca yerde bulundu, diye haber verilirdi ama bu sefer nedense hiç haber yoktu. Aksine babasıyla birlikte ekipte çalışan bir genç gelmiş ve annesine, babasıyla ilgili haberi vermişti. Babası yaka paça eğitim birliğine götürülmüştü. Yeni generalin iktidara geldikten sonra toplumu arındırma adı altında gangsterlerin, sabıkalıların ve çete üyelerinin yanı sıra vücuduna dövme yaptıranları, halka huzursuzluk veren ya da çevrede uyumsuzluk yaratanları genç yaşlı demeden yakalayıp belli bir süre eğiterek yeni birer insana dönüştürüp gönderdiği söylentisi yayıldı. Sayısız insanın kaybolduğu, bunların bölgelerdeki askeri kışlalarda kurulan eğitim birliklerinde ıslah edildiği söyleniyordu.

    Eskiden de öyle ahım şahım bir hayatları yoktu gerçi ama yine de açlık endişesi duymuyorlardı. Ancak artık annesiyle günde üç öğün yemek yiyebilmek için daha çok kazanmaları gerekiyordu ve ana oğulun gün boyu çalışmaktan pestili çıkıyordu. Pörtlek, okula giderken bile mahalledeki apartman sitelerinde yaşayan çocuklar onunla sülük, eşkıya, dilenci diye her alay ettiklerinde onları elini kolunu sallayarak rahatça döverdi.

    Zaman yok. Çabuk inin!

    Şoför arabanın camını açıp arkaya bakarak kasadakileri acele ettirdi. Herkes kendi getirdiği eşya ve bohçaları birbiriyle değiş tokuş ederek çöp yığınının üstünden dikkatle indi. Pörtlek ile annesi de yorgan sardıkları bohça, en gerekli ev eşyalarını koydukları bir hamci –ahşap leğen– ve plastik el çantasını çekerek aşağı indiler. Şoför öyle bir acele ve şiddetle gaza bastı ki, kamyonun egzoz dumanı genizlerini yaktı. Kamyondan indiklerinde karanlığın içinde uzaylılar belirdi. Uzaylılar çizme giymiş, her biri farklı spor şapka ya da şantiye kaskı takmış, madenciler gibi alınlarının üstüne kemerle fener bağlamışlardı. Ellerinde kalın plastik eldivenler, yüzlerinde de kocaman maskeler vardı. Uzaylılardan biri, ana oğulun önüne doğru gelerek maskesini çıkardı ama ne annesi ne de Pörtlek onun kim olduğunu anlayamadılar.

    Benim ben. Şu tarafa gidelim.

    Ancak sesi duyduktan sonra annesi Pörtlek’i elinden tutup sürükledi. Asura Amca yorgan bohçasını bir çırpıda omzuna atıp plastik çantayı öbür eline alarak önlerinden yürüdü. Annesi ile Pörtlek, küçük

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1