Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Sultan ve Müneccimi
Sultan ve Müneccimi
Sultan ve Müneccimi
Ebook259 pages2 hours

Sultan ve Müneccimi

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

18. Yüzyıl Osmanlı Sarayında İlm-i Nücum
18. yüzyılda Osmanlı sarayında ilm-i nücûmun, yani astrolojinin, kurumsal düzeyde icra edilişi ve bir "devlet memuru" olarak müneccimbaşının varlığı bugün birçok kişiyi şaşırtabilir.
30 yılı aşkın süredir ülkemizde astroloji alanındaki çalışmalarıyla tanınan R. Hakan Kırkoğlu yaptığı değerli araştırmayla, şimdiye kadar pek incelenmemiş bir alana girerek, bize Osmanlı sarayında astrolojinin ne için ve nasıl kullanıldığını, müneccimbaşının hangi sınırlar içinde hareket ettiğini gösteriyor.
Kırkoğlu, üç padişah eskiterek 26 yıl boyunca müneccimbaşılık görevinde kalabilen Fethiyeli Halil Efendi (1699-1773) üzerinden Osmanlı ulemasının ilm-i nücûma bakışı ve Osmanlı sarayında
siyaset ile kehanet arasındaki ilişkiyi maharetle ortaya koyuyor.
LanguageTürkçe
Release dateJun 11, 2024
ISBN9786258380736
Sultan ve Müneccimi

Related to Sultan ve Müneccimi

Related ebooks

Reviews for Sultan ve Müneccimi

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Sultan ve Müneccimi - R. Hakan Kırkoğlu

    SULTAN VE MÜNECCİMİ

    18. Yüzyıl Osmanlı Sarayında İlm-i Nücûm

    Yazan: R. Hakan Kırkoğlu

    İngilizceden çeviren: Saadet Özen

    Yayına hazırlayan: Hülya Balcı

    Yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Mayıs 2022 / ISBN 978-625-8380-73-6

    Kapak tasarımı: Geray Gençer

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 1 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Sultan ve Müneccimi

    18. Yüzyıl Osmanlı Sarayında İlm-i Nücûm

    R. Hakan Kırkoğlu

    Çeviren: Saadet Özen

    Artık sonsuzluk dairesine geçen

    sevgili annem Mübeccel

    ve abim Mehmet’in

    aziz hatıralarına

    Bize sakın acıma dedi Hicâz Kâhini Mesût.

    "Biz göklerdeki büyük bir hakikati görmüş adamlarız.

    İşte bu yüzden kör olduk. Kanûndur bu: Nihaî Hakikat’ı bir kez görünce, kişi kör olur.

    Çünkü artık başka bir şeye bakmasına hâcet kalmaz."

    Suskunlar, İhsan Oktay Anar

    Teşekkür

    Bu kitabın temelini oluşturan yüksek lisans tezimi, danışmanım Doç. Dr. Derin Terzioğlu ile birlikte olağanüstü koşullarda tamamladık. Araştırmalarım, her zaman incelikle bana yardımcı olan, konuya ilgi duyan pek çok kişi sayesinde gün yüzü gördü. En başta Doç. Dr. Derin Terzioğlu’na rehberliği, sabrı ve eleştirileriyle bu çalışmada bana yön gösterdiği için ayrı bir teşekkür borçluyum. Gösterdikleri ilgi ve soruları ile katkıda bulunan Prof. Dr. Edhem Eldem ve Prof. Dr. Hatice Aynur’a da müteşekkirim.

    Çalışmamın ilk anlarından tamamlanmasına kadar geçen sürede pek çok destek aldım ve bu destekler olmasaydı böyle bir kitap ortaya çıkmayacaktı. Ahkâm metinlerini okurken ve ilgili belgeleri araştırırken Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden Fuat Recep’e çok şey borçluyum. Öte yandan, sevgili arkadaşım Prof. Dr. Fatmagül Demirel’in kesintisiz desteği ve teşviki de paha biçilmezdi. Osmanlı bağlamında ahkâmlarla ilgili ilk yazılarımı yazarken bana yol gösteren, cesaret veren Prof. Dr. Arzu Öztürkmen’e de apayrı bir gönül borcum var.

    Farklı aşamalarda beni aydınlatan, destek veren ve ilgi gösteren, Prof. Dr. Günay Kut, Prof. Dr. Selçuk Esenbel, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Salim Aydüz, Doç. Dr. Ahmet Ersoy, Doç. Dr. Meltem Toksöz ve Doç. Dr. Gülçin Tunalı’ya ayrıca minnetimi ifade etmek isterim.

    Çalışmalarıma samimi bir ilgiyle yaklaşan University of Wales, Trinity Saint David öğretim üyesi Dr. Nicholas Campion ile Dr. Bernadette Brady, daha en başta ufkumu genişletmemi sağladılar. Kandilli Rasathanesi’ndeki çalışmalarımı derinleştirirken hep yanımda olan Dr. Tahsin Tahaoğlu’na kendimi borçlu sayıyorum.

    Kuşkusuz, kitabımın bu çevirisi için büyük bir titizlik ve özenle çaba gösteren değerli arkadaşım Saadet Özen’e özellikle teşekkür etmek isterim.

    Boğaziçi Üniversitesi çalışanlarına; koleksiyonlara erişmemi sağlayan Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, ISAM ve Süleymaniye Kütüphanesi görevlilerinin yardımları da paha biçilmezdi. Özellikle Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde görevli olan Oya Arıkan ve Buket Köse’ye de içten teşekkürlerimi sunuyorum. Bir ders esnasında bana cesaretini bulaştıran sevgili öğrencim ve arkadaşım Gila Eskenazi Gözlüklü’yü anmadan geçemem.

    Önsöz

    Hakan Kırkoğlu’nun 18. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda astroloji üzerine çalışması, kendi alanında bir ilktir. Kırkoğlu, her bir yıl için öngörüleri içeren ahkâm metinleri ve astroloji haritaları da dahil, Ortaçağ astrolojisinin Osmanlı kültüründe devam ettiğini, ayrıca yönetici elit açısından büyük önem taşıdığını göstermiş, bunu titiz bir çalışmayla, ana kaynakları kavramsal boyutta ele alarak, etkileyici bir şekilde ortaya koymuştur. Astroloji üzerine bir inceleme olarak merakla okunan bu çalışma, aynı zamanda Osmanlı kültürü araştırmalarında daha geniş sonuçlara da işaret etmektedir. Kitabın İngilizce baskısı, özellikle Batı düşüncesinde ihmal edilmiş olan, ele alınan dönemde İslam kültürünün incelenmesi açısından önemlidir. Tahmin edilebilecek nedenlerden dolayı, Batı’da bilim dünyası, 18. yüzyılda Avrupa kültüründe meydana gelen gelişmelere –sanayileşme, Aydınlanma ve emperyalizm– odaklanmış durumdadır. Dolayısıyla Avrupalı olmayan kültürlere, adeta Batı karşısında yenik düşmüş eski kimliklerin fosilleşmiş bir kalıntısı gibi bakma eğilimi yaygındır. Kırkoğlu’nun çalışması bunun tam tersine işaret etmekte; Osmanlı dünyasında Ortaçağ’ın mirası olan (ve tabii kitapta ele alınmasa da, kökü daha eskiye, Mezopotamya’ya dayanan) canlı bir astroloji kültürü olduğunu ortaya koymaktadır.

    Batılı bir bilim insanı olarak, Kırkoğlu’nun eserinin Batı düşüncesiyle ilişkisine biraz daha yakından bakmak isterim. Batı dünyası, neredeyse bütün dikkatini Ortaçağ’ın Altın Çağı olarak addettiği Abbasi döneminde (yaklaşık 750-800) İslam bilimi ve felsefesine yöneltmiş durumdadır. Hakan Kırkoğlu’nun çalışması, öncelikle bu anlayıştaki eksik yönü tamamlıyor. İkincisi, İslami bilgi birikimine, sadece 12.-13. yüzyıllarda Avrupa’ya aktarılışını anlamak için bir araç gözüyle bakan anlayışa bir alternatif sunuyor. Üçüncüsü, 1258’de Moğolların Bağdat’ı yağmalamasıyla Abbasi döneminin sona ermesinin ardından, İslami düşünce dünyasında üzerinde düşünmeye değer hiçbir şey kalmadığı fikrini de sorguluyor. Hiç kuşkusuz Charles Burnett, George Saliba ve David King gibi, bu oturmuş yargıları sorgulayan bilim insanları daha önce de olmuştu, fakat bu görüşler hâlâ inatla direnmektedir. Bunun sonucu olarak, 13. yüzyılda İslam kültürünün kültürel anlamda kısırlaştığı, bunun da Arap milliyetçiliği gibi kavramların 19.-20. yüzyıllarda yükselmesine kadar (ironik bir şekilde, Batı’nın etkisiyle) devam ettiği yanılsaması da varlığını korumaktadır.

    Türklerin ve İranlıların görsel sanatlardaki en seçkin ürünleri bile, genellikle sırf göze hitap eden, işlevsiz nesneler oldukları gerekçesiyle küçük görülmüştür. Hakan Kırkoğlu ise Osmanlı toplumunda yüksek seviyede bir ezoterik kültürün varolduğunu göstermekte, 13. yüzyıldan sonra İslam dünyasında astrolojiye ne olduğu sorusuna da yanıt vermektedir: Gördüğümüz kadarıyla, tıpkı Hindistan’da olduğu gibi, astroloji pratiği hız kesmeden devam etmiştir.

    Hakan Kırkoğlu’nun çalışması ayrıca Batı Avrupa’da astrolojinin konumunu kıyas yoluyla değerlendirmek için mükemmel bir fırsat sunmaktadır: Astrolojinin kamusal yüzü, Batı’da 18. yüzyılın sonlarına doğru, birtakım astrolojik öngörüler içeren almanaklara hapsedilmiş durumdaydı. Astrolojinin ezoterik öğretileri ise yeraltına inmiş, muhtelemen masonluğun içinde gizlenmişti. Öte yandan, başta zihinsel rahatsızlıklar olmak üzere, Ay’ın çeşitli hastalıklarda etkili olduğu inancı hâlâ varlığını koruyordu. Fakat astrolojik öngörülerin ciddiye alınabileceği düşüncesi, eğitimli kesim tarafından tamamen dışlanmıştı. Bu ise, 17. yüzyılın başından itibaren doğa bilimcileri ve felsefecilerin akılcı ideolojilerinin giderek büyüyen etkisinin bir sonucuydu. Esasen Batı’da (Avrupa ve Amerika’da), popüler kültürde astroloji pratiği ancak son yirmi-otuz yıldır akademisyenlerin ilgi alanına girmiş durumdadır. Hakan Kırkoğlu’nun bu kitabı, Türkiye’de de benzer çalışmalar için ilk adım sayılabilir.

    Astroloji ve akademi hakkında son birkaç söz daha söylemek isterim. Astrolojinin eski çağlardan kalma bir hurafe olduğu, dolayısıyla düşünce ve kültür tarihi içinde hiçbir değerinin olmadığı fikri bazı çevrelerde hâlâ savunulmaktadır. Ne var ki günümüzde konunun başka türlü değerlendirildiği, ciddi akademik çevreler de vardır. Kültür, inançlardan ve davranışlardan örülü bir bütündür ve bu bütünlük, bileşenleri değerlendirilmeden anlaşılamaz. İşte bu nedenle Hakan Kırkoğlu’nun çalışmasının, Osmanlı dünyasını ve imparatorluğun gerileme dönemindeki kültürünü anlamamıza büyük bir katkı sağlayacağını düşünüyorum.

    Nicholas Campion

    University of Wales, Trinity Saint David,

    Kültürel Astronomi ve Astroloji Bölümü öğretim üyesi

    Giriş

    Astroloji ya da Osmanlı Türkçesindeki ifadesi ile ilm-i nücûm, hem tarihsel bir merak konusu, hem de kendi içinde pratik bir bilgi alanı olarak pek çoğumuzun ilgisini çekiyor. Astroloji ile profesyonel anlamda uğraşan biri olarak, tarihsel köklerine ve uygulamalarına yönelik ilgim 90’lı yılların sonunda, günümüzde kullanılan astroloji pratiklerinin geçmişini araştırma isteğiyle başladı. Kişisel olarak bu arzumun en büyük sebebi, astrolojinin, içinde yaşadığımız çağın bakış açısı ile şekillenen sınırlarını aşmaya, daha geriye bakmaya, hatta bizim için yeni şeyler bulmaya ihtiyaç duymamdı. Fakat 2011-2016 yılları arasında yaptığım yüksek lisans çalışmamda, aslında ne kadar yüzeysel ve sınırlı bir bakış açısıyla konuya yaklaştığımı fark ettim. Kuşkusuz bunun farklı nedenleri vardı. Yine de belli bir birikimim yok değildi, çünkü 2005 yılında tamamlamış olduğum Göklerin Bilgeliği kitabımda Batı astrolojisinin tarihsel kökenlerine ve uygulamalarına kapsamlı olarak yer vermiştim. Hatta bu konuda akademik bir çalışma yapmayı düşündüğümden bu kitabın önsözünde adını gördüğünüz Nicholas Campion’a ve Bernadette Brady’ye danıştım. Kültürel astronomi ve astroloji uzmanı bu iki akademisyen, bana Osmanlı bağlamında astroloji üzerine çalışmamın daha verimli olacağını söylediler. Bu önerilerinin ne kadar yerinde olduğunu şimdi görüyorum.

    Yüksek lisans çalışmamda, tarihsel açıdan çok geniş sınırlara ve uzun bir geçmişe sahip olan astrolojinin Osmanlı sarayındaki konumunu ve icrasını değerlendirmeye çalıştım. Öncelikle bu çalışmamın belirli eksiklerini ve tam olarak açıklayamadığı noktaları vurgulayarak söze başlamak isterim. Bu zorlukların birincisi, bir gelenek olarak ilm-i nücûmun İslam coğrafyasının çok farklı köşelerinde kendine nasıl bir yer edindiğini keşfetmekti. İkincisi, Osmanlı sarayında astrolojinin rolünü anlamak için, siyaseti ve bilim tarihini göz ardı etmemek gerektiğini hızla fark ettim. Temelleri kadim Mezopotamya’da atılan astroloji/astronominin kavram ve tanımları, Helenistik uygarlık içerisinde iyice netleşmiş, doğumundan itibaren siyasetle el ele yürümüştür. Batı’da, Rönesans döneminde kralların ve yönetici elitin astronomları/astrologları himayeleri altına aldığını, onlardan bir tür danışmanlık hizmeti beklediklerini biliyoruz. Benzer biçimde, ilm-i nücûm pratiği Osmanlı dünyasında da, sarayın kurumsal gelişimine paralel olarak 17. yüzyıldan itibaren iyice olgunlaşmıştır. Bekleneceği üzere, ilm-i nücûm siyasi gelişmelerin içinde kendine bir yer bulmuştur. Bu bakımdan bu çalışmada, ilm-i nücûm pratiğinin içeriğinden çok, astrolojinin bu ortamda ne için, nasıl kullanıldığını göreceksiniz.

    Bu kitapta, 18. yüzyıl ortalarında, Sultan III. Mustafa döneminde uzun süre müneccimbaşılık görevini icra eden Fethiyeli Halil Efendi’nin yazmış olduğu ahkâmlardan hareket ederek, ilm-i nücûmun bürokratik anlamda nasıl kullanıldığını ele alacağım. Kuşkusuz bu faaliyetler yönetici elit ve saray çevresi tarafından da talep edilmekteydi. İslami otoritelerin şiddetle karşı çıkmasına rağmen, Osmanlı ulemasının ilm-i nücûma bakışında daha çok eklektik ve araştırmacı bir tutum vardır. Hatta daha geniş bir bakış açısıyla, Osmanlı entelektüel hayatı içerisindeki pek çok katmanda ilm-i nücûmla meşgul olmuş kişilere rastlarız. Örneğin Sultan IV. Murad döneminde, Müneccimbaşı Hüseyin Efendi kehanetleriyle dikkat çekerken, siyasi güçler arasında kendine bir yer edinebilmiş, fakat siyasi hırslara kapılarak kendi sonunu hazırlamıştır. Halil Efendi’nin durumunda ise, beni en çok şaşırtan yirmi altı yıl gibi olağanüstü uzunlukta bir süre saraydaki görevini sürdürmesi oldu. İlginç olan, Hüseyin Efendi’nin tersine, çok isabetli kehanetleriyle öne çıkmamasına rağmen yerini koruyabilmiş olmasıydı. Prof. Edhem Eldem’in değindiği gibi Halil Efendi ya silik, etliye sütlüye karışmayan bir kişilik olduğundan ya da astrolojideki yeteneklerinden çok insan ilişkilerindeki maharetiyle ve ahkâm yazmanın inceliklerini iyi kullandığından bunu başarmıştı. Ancak üç padişah eskitmiş olması bana ikinci alternatifin daha doğru olduğunu anlatıyor. Genelde beklenenin aksine, müneccimbaşıların isabetli öngörülerde bulunmaktan ziyade, sarayın beklentilerini karşılamak üzere görevlendirildiklerini görmek beni bir parça hayal kırıklığına uğrattı. Belki yüzyıllardır değişmemiş olan ahkâm kalıbı, görüş beyan etme özgürlüğüne pek az yer bırakıyordu. Kuşkusuz o dönemde, saray dışında kalan müneccimlerin nasıl çalıştıkları ve neler yazdıkları ayrı bir merak konusu olmaya devam ediyor. Kimi zaman göze girmek, öngörümleri ile dikkat çekmek isteyen müneccimlerin de saraya ahkâmlarını iletmeye çalıştıklarını biliyoruz.

    Öte yandan, müneccimlerin saraydaki faaliyetlerinin ne derece bağımlı ve politik bir içeriğe sahip olduğunu görmek bizi şaşırtmamalı; sonuçta onların siyasete hizmet etmeleri beklenen memurlar olduklarını unutmamalıyız. Örneğin, Müneccimbaşı Halil Efendi’nin, Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde yazdığı ahkâmlara baktığımızda, pek çok alanda bir suflör gibi hareket ettiğini söyleyebiliriz. Adeta baskın siyasi gücün arka planda sözcülüğünü yapan müneccimbaşı, hassas dengeleri, diplomatik ve ölçülü bir dille kaleme almıştır.

    Sonuç olarak, ilm-i nücûmun Osmanlı sarayındaki kullanımına odaklanan bu çalışma, bilim tarihinin farklı alanlarının kesişme noktalarına işaret ediyor. Erken modern Osmanlı dünyasında, astroloji ve astronomi arasındaki sınırların çok net olmaması, bir gelenek olarak ilm-i nücûmun hâlâ sarayda kurumsal düzeyde temsil ve icra ediliyor oluşu, Osmanlı modernleşmesi açısından da dikkat çekicidir. Bu çalışmanın şimdiye kadar yeterli ilgiyi görmemiş olan ilm-i nücûm hakkında merak uyandırmasını, taze bakış açılarının önünü açmasını ümit ediyorum.

    I

    Tarihyazımında ilm-i nücûm

    Bu kitaptaki amacım, 18. yüzyılda, III. Mustafa’nın (1757-1774) müneccimbaşı Fethiyeli Halil Efendi’nin (1699-1773), 1757-1774 yılları arasındaki ahkâmlarını inceleyerek Osmanlı sarayında ilm-i nücûmun (astroloji) nasıl kullanıldığını anlamaktı. Fethiyeli Halil Efendi’nin 1758’den 1773’e kadar yıllık olarak kaleme aldığı ahkâmlar, bu çerçevede, Osmanlı sarayında astrolojinin farklı amaçlarla nasıl uygulandığını ve kullanıldığını anlamak için bize geniş bir malzeme sunuyor. Her ne kadar astroloji oturmuş kurallara göre icra edilse de, biz daha ziyade, birûn denen dış sarayın oyuncularından olan müneccimbaşının siyasi işlevlerine odaklanacağız.

    Bu çalışmanın amaç ve yöntemlerini tartışmaya geçmeden önce, tarihçilerin bir araştırma konusu olarak astrolojiye nasıl yaklaştığına göz atmak faydalı olabilir. George Sarton (1884-1956), bir sonraki kuşakta Keith Thomas (1933-) ve Brian Vickers (1937-) gibi bilim tarihinin öncü isimlerinin astrolojiyi neredeyse görmezden geldiğini söylemek yanlış olmaz. Sarton astrolojiyi pespaye bir alan olarak görür, Yakındoğu’nun hurafelerle dolu bir enkazı diyerek küçümser.¹ Keith Thomas ise, sihir ve simyanın çöküşüyle astrolojinin de kaçınılmaz olarak çöktüğünü düşünür.² Vickers ise, Thomas’a paralel olarak, kesin bir dille, bütün gizli bilimlerin ortak özelliğinin, akılcı bilimsel zihniyetin dışında yer almak olduğunu söyler.³

    Bununla birlikte, Batı dünyasında bilim tarihiyle ilgili daha yakın tarihli çalışmalarda, pozitivist bir bakış açısıyla astrolojiyi bir sözde-bilim olarak reddetme tavrının aşıldığını görüyoruz. Pamela H. Smith gibi bazı araştırmacılar, erken modern dönemde bilim ve akademideki kapsamlı devamlılığı modern bilim kavramının yakalayamadığını söylüyorlar. Buna ek olarak, her ne kadar biz bugün sadece astronomiyi başlı başına bir dilim dalı olarak kabul etsek, astrolojiyi ise en fazla bir gizli bilim saysak da, bu ikisinin eskiden birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğuna da dikkat çekiyorlar.⁴ Öte yandan astrolojiyi, matematik, doğa felsefesi, tıp gibi ilk modern bilimlerin tamamlayıcısı olarak gören araştırmacılar da mevcut. Darrel Rutkin astrolojinin getirdiği açıklamaların, doğa felsefesinde ve kozmografide uygulandığını ortaya koyar; Aristocu anlayış çerçevesinde, gökcisimlerinin etkilerinin geometrik-optik bir model olarak ifadesinde de yine astrolojinin payı vardır.⁵ Monica Azzolini ise tıpla astroloji arasındaki köklü bağlantıya, hastalıkların teşhis ve pratik tedavisinde tıbbi astrolojinin önemine dikkat çeker.⁶ Rönesans dönemi üzerine çalışan akademisyenlerin astrolojiye farklı yaklaşımlarını gözden geçiren Anthony Grafton ise, içlerinden bazılarının eleştirel bir bakışla astrolojiyi marjinal bir olgu olarak değerlendirdiğini söyler. Fakat Grafton, bunun akademisyen ve bilim insanlarının daha rasyonel olmasından değil, o dönemin kültürünü tam olarak kavrayamamalarından kaynaklandığını söyler.⁷

    Erken modern Avrupa dünyasıyla kıyaslayacak olursak, Osmanlı topraklarında astrolojinin çok daha az araştırılmış bir konu olduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu’nda bilim tarihi çalışmalarının çoğunda ilm-i nücûm, kadim bilginin bir bakiyesi olarak ele alınmıştır. Bir örnek verecek olursak, Osmanlı dünyasında bilim tarihinin öncülerinden Adnan Adıvar, Kadızâde Rumi’yi tartışırken 15. yüzyılda yaşamış olan bu matematikçi ve astronomun ilm-i nücûm hakkında tek bir satır dahi yazmamış olduğunu takdirle ifade eder.⁸ Yakın tarihli pek çok akademik çalışmada da pozitivist tavrın ağırlığını koruduğu söylenebilir. Sözgelimi Jan Schmidt, gizli bilimler üzerine bir makalesinde astrolojiyi, reml, tefeül (fal niyetine Kuran’ın herhangi bir sayfasını açıp okumak), zar falı ve abr (rüya tabir etme) gibi kehanet yöntemlerinin arasında sayar, ayrıca bu bilgi kategorilerinin arasındaki önemli farkları görmezden gelir.⁹ Yeni yeni filizlenmekte olan Osmanlı bilim tarihi alanında, astronomi ve tıp gibi bilim dallarıyla astroloji arasındaki bağlar henüz sistematik bir şekilde araştırılmış değildir. Bununla birlikte, Osmanlı döneminde yazılmış astroloji kitaplarının bir kataloğunun yayımlanmış olması elbette bu doğrultuda önemli bir adımdır.¹⁰ Miri Shefer-Mossenshon gibi tarihçilerin Osmanlı’da bilimsel faaliyetler hakkındaki yeni çalışmalarıyla birlikte, astrolojiye yönelik yeni bir bakış açısı gelişecek gibi görünüyor.¹¹

    Bunun dışında geçtiğimiz yıllarda, Osmanlı’da astrolojinin kültürel ve kurumsal tarihi ve müneccimler hakkında, önyargılardan uzak, tarihsel çerçeveyi daha çok dikkate alan araştırmaların yapıldığını da ekleyelim. Bunlardan biri Salim Aydüz’ün Osmanlı İmparatorluğu’nda saray müneccimliğinin tesisini konu alan bir kurum tarihi araştırmasıdır. Bir diğeri ise Gülçin Tunalı Koç’un 19. yüzyıl Osmanlı müneccimlerinden Sadullah el-Ankaravi üzerine bir mikrotarih çalışmasıdır.¹² Buna ek olarak Cornell Fleischer bir dizi yayınla 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda astrolojinin siyasetteki kullanımına ve milenyum düşüncesiyle ilişkisine değinmiştir.¹³ Son olarak Azfar Moin’in The Millenial Sovereign (Milenyum Hükümdarı) adlı eserini anmadan geçemeyiz. Moin’in odak noktası Osmanlı değildir, fakat 16. yüzyılın belli başlı iki diğer Müslüman gücü olan Babür ve Safevi devletlerinde milenyum düşüncesi, kutsallık ve siyasetin ne kadar iç içe geçmiş olduğunu başarıyla göstermiştir.

    Amaçlarım, yöntemlerim, kaynaklarım

    Bu çalışmada, yukarıda saydığım araştırmacılarla benzer bir çizgide ilerlemeye çalıştım. Daha geniş anlamda tarihe yaklaşımda ise, astrolojinin farklı

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1