Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Dağ Padişahları
Dağ Padişahları
Dağ Padişahları
Ebook359 pages4 hours

Dağ Padişahları

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Reşad Ekrem'in dilinde tarih gerçek hayattan daha canlı, daha güzel, daha büyülü…

1596'da Haçova Savaşı'nda düşmandan kaçan Anadolu tımarlı sipahilerinin dirlikleri kaldırıldı, kendileri de ölüm cezasına çarptırıldılar. "Af ve aman kapısı kapanınca onlar da baş kaygısına düştü, köyünü kentini bıraktı, selameti dağda derbentte gördü. Halli halince, at uşağını, yanaşmalarını, çobanını ve ırgadını, köylüsünden de silah tutan birkaç delikanlıyı ya rızasıyla veya cebren ve kahren peşine takıp götürdü ve böylece Anadolu'da bir şekavet başladı; meyve ağacını saran tırtıllar gibi." Reşad Ekrem Koçu, 1599'da Urfalı Karayazıcı Abdülhalim'in isyan bayrağının altına toplanmış 40.000 Celali ile başlayan ve kimi zaman padişahlık davasına kadar varan isyanları anlatıyor.
LanguageTürkçe
Release dateJun 13, 2024
ISBN9786050978902
Dağ Padişahları

Read more from Reşad Ekrem Koçu

Related to Dağ Padişahları

Related ebooks

Reviews for Dağ Padişahları

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Dağ Padişahları - Reşad Ekrem Koçu

    Dağ Padişahları

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/resad-ekrem-kocu

    DAĞ PADİŞAHLARI

    Yazan: Reşad Ekrem Koçu

    Yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Şubat 2021 / ISBN 978-605-09-7890-2

    Kapak tasarımı: Geray Gençer

    Resimleyen: Dağıstan Çetinkaya

    Kapak görseli: © Heritage Images/Hulton Fine Art Collection/Getty Images

    Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 1 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Dağ Padişahları

    Reşad Ekrem Koçu

    Karayazıcı Abdülhalim Bey

    Nemrud’un taht şehri Urfa’dır. Hz. İbrahim’i orada ateşe attırmış ve orada yer ve gök tanrılığı davasına yeltenmişti.

    16. asrın son yılı, 1599’da Karayazıcı Abdülhalim de Urfa’dan çıktı, açtığı isyan bayrağının altına toplanmış 40.000’i aşan Celali ile önce Urfa dağlarını tuttu ve Âl-i Osman’a karşı padişahlık davasına kalktı.

    Bu isyan haberini aldığı zaman sadrazam ve damad-ı şehriyari, asrın namlı vezirlerinden Arnavud İbrahim Paşa orduyla Macaristan seferinde bulunuyordu. Divan-ı Hümayun kâtiplerinden Urfalı Derviş Efendi’ye, Efendi, Karayazıcı dedikleri Abdülhalim ne boydan adamdır? diye sormuştu. Derviş Efendi, İbrahim Paşa’nın itimat ve muhabbetini kazanmıştı, huzurunda senli benli rahat konuşurdu; bildiğini şöyle anlattı:

    "İki defa görmüşlüğüm vardır. Biri on, belki on beş sene kadar evvel tazelik zamanımdı. Ramazan-ı Şerif’te Urfa’da Hz. Halil İbrahim Tekkesi’ni ziyarete gitmiştim. Ulu asitanedir, bu asitane-i saadette nice fakr u fâka erenleri vardır ki, baş açık ve yalınayak olmakla müftehir, hal sahibi, cemal âşığı arif-i billah erlerdir. Şadırvan başında, henüz on dört on beş yaşında, güzellik tacı başında, kara kara gözlü, gümrah kara kara kaşlı, esmer dilberi serv-i hırâman bir civan gördüm; zerrin külahına şal sarmış, pabürehne nalınla şadırvan başına varmış, sol omzuna sırmalı makremesini atmış, abdest alırdı. Ardında dahi üç nefer zeberdest Yörük yiğit el pençe durur bendesi vardı, ama aslında tekkedeki cümle fukara dervişler dahi kullarıydı desem hilaf değildir:

    ‘Bu bey kimdir?’ diye sorduğumda,

    ‘Kılıçlı aşiretinden Alibeyoğlu Halim Şah’tır!..’ dediler.

    İkinci defaki gördüğümde, üç yıl evvel Eğri Gazası’nda Haçova’daydı. Bir koç yiğit olmuş:

    ‘Bu yiğit Kılıçlı’dan Halim Şah mıdır?’ diye sordum.

    ‘Belî, Sekban Bölükbaşısı Karayazıcı Aldülhalim Bey’dir!’ dediler.

    Haçova Cengi’nin ikinci günü ki, Anadolu kolu bozuldu, düşmandan yüz çevirdi. Bu Karayazıcı Bölükbaşı nefsinde gayet bahadır olup:

    ‘Bre, padişahı bırakıp nereye gidersiniz!..’ diye naralar vurdu, Urfa askerini çevirdi tuttu. Fakat gördük ki, incili sırmalı seraser kaftanlı ve altın üsküflü padişahımız içoğlanlarından otuz nefer taze civanla otağ-ı hümayundan çıkmış, akılları zülüfleri gibi perişan kaçarlar. Karayazıcı’nın yanında Deli Hasan Bey derler küçük kardeşi vardı, oğlanlara:

    ‘Padişah nerede?’ diye sordu.

    Oğlanlar:

    ‘Padişah arabaya bindi kaçtı!..’ dediler.

    Ben yalan söylediklerini bildim ama baba oğlunu görmez, oğul babayı dinlemez mahşer yeridir; ağzımı açsam bin pare ederler. Karayazıcı ayak berkitmişken içoğlanlarından bu haberi alınca o dahi yüz geri edip cümle Urfalıyla firar eyledi."

    Parlak bir Türk zaferiyle sona erecek olan Haçova Meydan Muharebesi’nin ilk safhasındaki bozgundan bahsederken Kâtip Derviş Efendi Urfalıları metheder yollu konuşmuştu. Hemşehrilik gayretinden değildir. Aynı asırda yaşamış büyük muharrir Evliya Çelebi de Urfa’dan bahsederken, Ab ü havası gayet itidal üzere olup yazı yaz, kışı kıştır. Kışın kar yağar, baharda rahmet yağmurları. Tabiat sahibi ve şirin edalı dilberleri olur; pak ve pakize, afife ve edep sahibi ehl-i perde ve sadedil hatunları vardır. Âyan ve eşraf serapa samur, sincap ve calkafa kürk, atlas ve diba giyerler, orta hallileri de günagün esvap giyerler; Türkmanî, Kürdî lisan üzere konuşurlar, gayetül gaye garip dost ve dilbaz âdemlerdir. Gece ve gündüz misafirsiz yemek yemezler. Şeci ve bahadır merd-i meydan erleri vardır. Cenabı Hak bu şehre Halil İbrahim bereketi vermiş, gayet ganimet yerdir. Burada zulmeden hâkim muammer olmaz, elbet ki bir kazaya uğrar... diyor.

    Kılıçlı Aşireti’nden Halim Şah Bey.

    17. asrın ilk yarısında Anadolu’yu harabezara çeviren zincirleme isyan ve büyük şekavet vakalarının ilki bu Karayazıcı isyanıdır. Ateş Haçova’da düşmüştü; üç yıl Anadolu’da yer yer dumanı göründü, hükümet söndürme tedbiri yerine ısıyı körükledi. Karayazıcı da yalımı parlattı.

    26 Ekim 1596, bir cumartesi günü, Macaristan’da Haçova Meydan Muharebesi’nin ikinci günüdür. Sebebinin tahlili uzun davadır, biz burada kısaca Allah’ın takdiri diyelim; Türk ordusunun bir kanadını teşkil eden Anadolu eyaletlerinin tımarlı sipahileri düşmandan yüz çevirip kaçmaya başladı. Yukarıda naklettik, otuz içoğlanının kaçarken Padişah da arabaya bindi gitti diye yalan söylemesi Anadolu sipahilerini büsbütün dehşete verdi, arkalarına bakmadan doludizgin bozguna uğrattı.

    Düşman ordusunun büyük bir kısmı, bozulan Türk kıtalarını takibe başlamıştı. Bunlar birden Türk ordusunun gerisindeki çadırlı Türk ordugâhının içine düştüler. Ordugâhta yalnız nöbetçiler ile horanta asker vardı. Sadrazamın, kumandanların, bu sefere iştirak etmiş devrin padişahı Sultan III. Mehmed’in muhteşem çadırları düşmanı bir anda büyüleyip tutuverdi; kaçanları takipten vazgeçtiler ve evvela hazine çadırlarına hücum ederek yıktılar, altın sandıklarının üstüne çıkıp hora tepmeye başladılar.

    Ordugâhta horanta asker vardı dedik, at oğlanı, aşçı, aşçı yamağı, deveci, katırcı, ordu hamalı, bunlar 10-15 bin şahbaz yiğitti, hazine sandıklarını düşman ayakları altında görünce bir anda hepsi ölüm eri oldu ve düşman üzerine atıldı. Kiminde pala, kiminde kılıç, kiminde çadır kazması, odun yarması, balta, ocakların altından alınmış ucu ateşli odunlar, demir gelberiler, et bıçakları, satırlar, ordugâha giren düşman askerini birkaç dakikada temizleyiverdiler. Avusturyalılar hiç beklemedikleri bu hücum karşısında paniğe uğradı, geriden gelmekte olan kendi alaylarını da birbirine kattılar; bunu da Haçova’da düşmanın umumi ve kesin bozgunu takip etti.

    Haçova’da bozulup kaçan Anadolu sipahisi soluğu Anadolu yakasında almıştı. Bunlar hakkında bir af, bu mucizevi zaferin pekâlâ bir sadakası olabilirdi. Bilakis hepsinin dirlikleri çalındı, yani sipahilikleri iptal edildi ve hepsi ölüm fermanlısı oldu. Af ve aman kapısı kapanınca onlar da baş kaygısına düştü, köyünü kentini bıraktı, selameti dağda derbentte gördü. Halli halince, at uşağını, yanaşmalarını, çobanını ve ırgadını, köylüsünden de silah tutan birkaç delikanlıyı ya rızasıyla veya cebren ve kahren peşine takıp götürdü ve böylece Anadolu’da bir şekavet başladı; meyve ağacını saran tırtıllar gibi.

    Tarlalar, bağlar, bahçeler yüzüstü kaldı, değirmenler durdu; köyler, mandıralar, ağıllar boşaldı; sürüler kaldırıldı, dağıldı; köylü yılgın, kasabalı, şehirli dehşet içinde; koca ülkede can, mal, ırz ve namus güveni kalmadı.

    Yavuz Sultan Selim zamanında Anadolu’da Celal adında biri devlete isyan edip dağa çıkmıştı, o zaman bu adamın etrafında toplananlara Celali denilmişti. Osmanlı vakanüvisleri ve müverrihleri ve resmi devlet kitabeti o hatıraya nispetle bu sefer de dağa çıkanlara Celali adını verdiler.

    Devlet âciz ellerde, Yeniçeri Ocağı’nın disiplini bozulmuş, hırs uğrunda ihtilallere teşvik edile edile yeniçeri çığrından çıkmış, serkeş, asi olmuştu. Celalilere karşı tedbir Bileğini bükemediğin eli öp düsturunda toplandı; zaaf karşısında ayarsız şiddet, kuvvet karşısında âcizlik ve acizden gelen müdara, devlet sözünü ayağa düşürdü ve böylece ateş ekildi, elbet ki yangın biçilecekti. Suçlu yanında masum, zalim yanında mazlum, yıllar boyunca on binlerce vatandaşın kanı bir hiç yoluna akıp gidecekti.

    Niksarlı Sürmeli Mahmud, Amasyalı Deli Zülfikâr, Canbaz Veli, Malatyalı Karakaş Ahmed, Ankaralı Kalenderoğlu Mehmed, Gâvur Murad, Yanbastıoğlu, Dereli Güzel Hasan, Tekeli Mehmed, Tokatlı Ağaçdan Pirî, Bağdatlı Uzun Halil, Elbistanlı Saçlı Yusuf, Adanalı Sevündük, Sivaslı Kara Said, Kalındudak Mahmud, Ilgazlı Uzun Veli, Sarı Şaban, Kozanlı Paşaoğlu, Topuklu Delioğlan, Gâvurdağlı Sineçak Bey ve daha niceleri ki her birinin yanında üçer bin, beşer bin adam toplanmıştı. Bu takım takım Celali’nin arasında tüysüz oğlanlar ve erkek esvabı giydirilmiş ve hatta silahlandırılmış kahpe çengi avratlar, hanendeler, sazendeler vardı. Dehşet verici manzaradır.

    İlk isyan bayrağını çeken Urfalı Karayazıcı Abdülhalim Bey olmuştu. Hususi hocalar elinde tahsil görmüş bu okuryazar beyzade, yanına kardeşi Deli Hasan Bey ile kâhyası Şahverdi’yi ve ayağının altına baş koymuşlardan Yularkısdı ile Tavil adında iki şahbaz yiğit aldı; bu beş kişi birkaç gün içinde 20.000 kılıç oldular; dış ve iç kalelerini ele geçirerek Urfa şehrine kapandılar.

    O asrın adamı Evliya Çelebi Urfa şehrini ve kalelerini şöyle tasvir ediyor:

    "Evvela iç kale ki bu kalenin ensesinde hep yalçın kayalar Damlacık Dağı vardır; Nemrud pelit yaylak tahtını o dağda kurardı, gökyüzüne boy atmış bir metin kala-i âlidir; her taşı fil cüssesi kadardır. Şeklen müdevver, burç ve barularına tırmanılmaz metin ve müstahkem; etrafında hendeği yoktur ama, dört tarafı gayya kuyusu gibi hep yalçın kayalardır. Batıya açılır gayet metin bir demir kapısı vardır. Bu iç kale içinde bağsız, bahçesiz yirmi adet küçük ev vardır ki dizdar ağa ile 200 neferi otururlar. Cebehanesi, buğday ambarı ve sarnıçları vardır, kale kapısının iç yüzünde bir de küçük cami vardır. Aşağıda dış kale dört köşe olup, Urfa şehrini çevirmiş, onun da burç ve barusu metin. Üç kapısı vardır, doğuda Bey Kapısı Bağdat yoluna açılır, batıda ise Samsat ve Harran kapıları İstanbul yoluna açılır.

    Urfa şehri beyaz kireç badanalı kerpiç yapı 2.600 hanedir. Bağlı bahçeli, bahçeleri akar sulu, hamamlı sarayları vardır: Tayyar Mehmed Paşa Sarayı, oğlu Ahmed Paşa’nın sarayı, Molla Sarayı, Celali Kadı Sarayı, Mustafa Paşa Sarayı, Arap Ali Paşa Sarayı.

    22 cami ve mescidi vardır, Kızıl Cami, Nemrud zamanından kalma puthaneymiş, Harun Reşid bu Urfa’yı aldığında camiye tebdil etmiş; sonra Ak Cami, Halil İbrahim Camii, Pazar Camii, Sultan Hasan Camii, Tarihli Camii, Çaykirli Camii, Ahaveyn Camii, Tabakhane Camii, Beykapısı Camii, Hekimzade Camii, Karameydan Camii, Uğurlumeydan Camii...

    Ahalisi gayet musalli, halim selim adamlardır. Üç medresesinde talib-i ilim talebesi çok, uleması çok, 30 adet de sübyan mektebi vardır. Tekkeleri misafirlere açık, sofraları gariplere hazırdır. Binası ve havası latif sekiz adet hamamı vardır: Samsat Kapısı Hamamı, Hacı Bey Hamamı, Cıncıklı Hamam, Arasta Hamamı, Muharrem Hamamı, Keçeci Hamamı, Meydan Hamamı... Kâgir hanları vardır: Yetmiş Hanı, içinden Halilibrahim Nehri akar, Samsad Hanı, Hacı İbrahim Hanı, Beykapısı Hanı, Sebil Hanı... Kayalar içinde yed-i kudretle oyulmuş on adet hanı daha vardır ki içleri beşer altışar yüz at alır, insan içinde kaybolur. Çarşısı 400 dükkândır, şehrine göre çarşı değildir ama yine ne aransa bulunur. Zikıymet mücevher ve eşya ile dolu iki bedesteni vardır. Şehrin içinden geçen Halilibrahim Nehri üstünde tabakhaneleri ve değirmenleri vardır, Pazar Değirmeni teferrüç yeridir, biz de gittik, duvarına hüsnühat ile şu beyti yazdık:

    Asiyab-ı felek ahir öğüdür danemizi,

    Çün gelir nevbetimiz itme a devran acele!.."

    Bütün gözler Urfa’ya, Urfa Kalesi üstünde dalgalanmaya başlamış Karayazıcı’nın isyan bayrağına dikilmişti.

    Sultan III. Mehmed, Sinanpaşazade Mehmed Paşa’yı Karayazıcı üzerine serdar tayin etti. Devrin vakanüvisleri ve müverrihleri bu vezirden bahsederken hemen ittifakla kahpeoğlukahpe derler; âciz, korkak, ayyaş, ahlaksız bir adamdır. Mehmed Paşa Urfa üzerine yürümeden ortaya bir Müfettiş Hüseyin Paşa meselesi çıktı.

    Amasyalı Sipahi Budakbeyoğlu Hüseyin Paşa bir ara elimizde bulunan Habeşistan’da valilik yapmıştı. Karayazıcı isyanı sırasında Anadolu müfettişi bulunuyordu; memleketi teftiş edip rüşvet alan zalim kadılara, sancakbeylerine, mütegallibe âyan ve eşrafa karşı garip halkın hakkını koruyacak yerde gittiği yere afet gibi indi, asıl sunturlu soyguna kendi başladı; her konup kalktığı yerden İstanbul’a şikâyetçileri gelmeye başladı.

    Müfettiş Paşa da o sırada Konya Vilayeti’nde bulunuyordu. Karaman Mütesellimi İçelli Mehmed Çavuş’a Hüseyin Paşa’yı yakalayıp İstanbul’a yollaması için bir ferman gönderildi. Mehmed Çavuş Konya Aksaray’da Müfettiş Paşa’ya mağlup oldu, Konya’ya kaçıp sığındı. Müfettiş Paşa da fermanlı olduğunu görünce doğruca Urfa’ya gitti, Karayazıcı’ya sığındı. Ardından da Serdar Sinanpaşazade Mehmed Paşa Urfa Kalesi önüne geldi.

    Karayazıcı’nın en yakın, en sadık adamı Şahverdi Kâhya, efendisinin ölümünden yıllarca sonra o devrin seçkin vezirlerinden Lala Mehmed Paşa’ya sığınacak ve sözünün eri, işinin ehli, devlet otoritesini ve şerefini hakkıyla temsil eden bu vezirin himayesi ve amanıyla kellesini kurtaracaktır. İşte Karayazıcı hakkında en doğru malumatı bu Şahverdi Kâhya vermiştir.

    Evvela Karayazıcı’nın isyanının sebebini Divan Kâtibi Derviş Efendi’den çok farklı olarak anlatmıştır. Şahverdi’den Karayazıcı’nın Haçova’da bulunmadığı ve Müfettiş Hüseyin Paşa’nın ona ne sebeple sığındığı öğreniliyor:

    "Karayazıcı Abdülhalim Bey Sivas Vilayeti’nin Amasya Sancağı mirlivasının kaymakamıydı. Amasya Sancakbeyi Ali Paşa Engürüs (Macaristan) seferine gittiğinde Amasya’yı Karayazıcı’ya emanet etmişti, Abdülhalim Bey adaletle hükümet etti. Fakat Ali Paşa azledilmiş, yerine İstanbul’dan başka bir mirliva tayin etmişlerdi; yeni paşanın evvela mütesellimi geldi, hükümeti Karayazıcı’dan devralacaktı. Abdülhalim Bey sancağı bu adama zebbettirmedi, kovdu, ardından paşası geldi, yanında hayli asker vardı, Amasya önünde cenk ettiler, mirliva katlolundu, adını dahi öğrenemedik, kimi Mehmed, kimi Ahmed Paşa’dır dedi; ama Karayazıcı:

    ‘Şahverdi, Amasya mansıbı benim hakkımdı, istemeyerek asi olduk, şimdi üzerimize ziyade askerle gelirler; biz bayrağımızı çekip vatanımıza gidelim, kaleye kapanalım, ok yaydan çıktı, hemen encamımız hayır ola!’ dedi.

    O semtin leventlerinden pek çok yiğidi yerinden depretti, sarıca ve sekban yazdı, o askerle Urfa’ya geldik kapandık.

    Urfa Kalesi’ne kapandığımızda da hep:

    ‘Davamız başımızın kaygısındandır, yol kesip kervan vurup, köy ve çiftlik basıp şekavet değildir; bayrağımız altında olanlara hiç usanmayıp bunu gereği gibi anlat!..’ derdi.

    Nefsinde yarar ve bahadır, merd-i meydandı. Ehl-i zevkti ve hem badeye iltifat ederdi, meclis sahibi hanedan kişiydi. Gayet afifti. Piyale ve Ayvaz adında biri çeşnigir ve biri hazinedarı iki mahbup Çerkez gulamı hizmetkârı vardı; meclisinde daim onlar hizmet eder, geceleri dahi ayağı ucuna baş koyup nöbetle uyurlardı. Merhumun bu mahbup civanlara bir kem nazarını görmedim, nefs-i şeytani ile parmağının ucunu dahi dokundurmamıştır, ama bir de mahbube çengi avradı vardı, cümle cümbüşü onunlaydı. Ona davulcu kızı Hüma derlerdi, dağlara düştüğümüzde dahi oğlan libasıyla yanında dolaştırırdı. Akıbet Çorum’da ihaneti yüzünden başına kaza geldi.

    Urfa’ya kapandığımızda bir gün Amasyalı Budakoğlu Hüseyin Paşa’nın şu kadar askerle geldiğini gördük.

    Davulcu kızı çengi Hüma.

    Karayazıcı’nın Amasya kaymakamlığında müfettiş paşa ile dostluğu olmuştu, fakat paşayı asla sevmezdi, paşayı Urfa’ya aldık, Karayazıcı:

    ‘Paşa kardeş, senin için gaddar ve zalim derler, biz ise bu kaleye başımız kaygısından kapandık; kastımız yakıp yıkmak, zulüm ve gadir ile dünya malı değildir, bilmiş ol!..’ dedi.

    Fakat Budakoğlu tek durmadı, adamlarını bizim beyin bayrağı altındaki leventler arasına salarak nifak ve fesada başladı:

    ‘Karayazıcı kendine bir mansıp alma davasındadır. Padişahtan sancak alınca cümlenizi yalınayak baş açık ortada bırakır, o mirliva olur, asilik ve bagilik sizde kalır, sizleri de Osmanlı gelir asar, kiminizi kazığa vurur, kiminizi çengele atar; siz bizim paşaya yâr olursanız kısa zamanda her biriniz tüyünüzü düzer, geda iken bay olursunuz...’ demeye başladılar.

    Bu fesat Abdülhalim Bey’in malumu olunca Budakoğlu Hüseyin Paşa’yı hapsetti. Serdar Mehmed Paşa Urfa önüne geldiğinde Budakoğlu kalede bir burçta mahpustu, beş on kişiden gayri kimse yerini bilmezdi.

    Mehmed Paşa ile cenge başladık. Urfa metin kaledir, erzaktan yana ganimet yerdir. Üç yıl muhasara edilse, içeriye kuş uçurmasalar dayanır. Kurşunumuz tükendi, Karayazıcı kurşunları eritti, fındık kurşun döktürdü; hasmını halis bakır veya gümüşle vururdu. Mehmed Paşa cenk adamı değil, bir iş yapayım dedi, bir sabah gördük ki beyaz bayraklı elçileri geldi, içeriye aldık:

    ‘Paşa Hazretleri mahsus selam eder, iki gözlerinizden öper. Beyhude kan dökülmesin, biz onun istediğini yapalım, o da bizim istediğimizi yapsın, uzlaşalım, çekilip gideyim, ikimiz de padişahımızın hayır duasını alalım buyurdular’ dediler.

    Karayazıcı:

    ‘Ben Amasya Sancağı’nı isterim, ya paşa benden ne ister?’ diye sorunca:

    ‘Serdar Hazretleri senden Budakoğlu Hüseyin Paşa’yı ister!’ dediler.

    Abdülhalim Bey:

    ‘Ben de o zalim müfsidi size verdim!’ dedi.

    Hüseyin Paşa’yı soyduk, bir iç donu gömlekle kale bedeninden aşağı iple sarkıtıp serdara teslim ettik; Mehmed Paşa da Karayazıcı’ya Amasya Sancağı menşurunu gönderdi, Budakoğlu’nu aldı, Urfa önünden göçtü gitti."

    Serdar tarafından İstanbul’a gönderilen Müfettiş Hüseyin Paşa’nın akıbeti çok feci oldu. Eski Habeşistan mirimiranı Divan-ı Hümayun’a Urfa’dan geldiği kılıkla, baş açık ve yalınayak çıkarıldı. Divan önünde elleri ve ayakları bileklerinden kırıldı, bir ata bindirilip dolaştırıldı, İstanbul halkına teşhir edildi, sonra Odunkapısı’nda çengele atıldı, çengelde öldü.

    Karayazıcı da yanındaki sarıca ve sekban leventlerle kapandığı Urfa’dan çıkıp Amasya yolunu tuttu. Mesele kapanmış mıydı?.. Hayır!.. Yaz yazlığını, kış kışlığını, Sinanpaşazade de kahpeliğini gösterecekti.

    Yine Şahverdi Kâhya şöyle anlatır:

    "Serdar Sinanpaşazade Mehmed Paşa’nın kahpeliği, verdiği aff u aman ile sancak menşurundan dönekliği olmasaydı bunca vakayi olmazdı ve nice masumların malına, ırzına ve canına eller uzanmazdı. Urfa’dan Amasya’ya gitmek üzere çıktık; Karayazıcı kaymakamlığında adaletle hükümet ettiği için cümle Amasyalı bizi can u gönülden istikbale hazırlanmıştı. Ama onu gördük ki Mehmed Paşa vezaret ırzını yere çalıp, ‘Bu Karayazıcı fermanlıdır, serdarlığımız aslında onun üzerinedir’ deyip yolumuzu kesmiş. Azim cenk eyledik. Serdar Paşa’nın kâhyası Çaker Ağa ve daha nice ağaları maktul oldu ama galebe yine onda oldu. Kış ağzıydı, bize Urfa’da kışlamak düşerdi; Urfalıdan elçiler geldi, bizim beyin ayağına düşüp yalvardılar, Urfa’nın âyan ve eşrafı:

    ‘Abdülhalim Bey hanedan sahibi kişidir; Urfa’ya gelip cennet vatanını çiğnetmesin, Urfa onun yüzünden harap olmasın’ demişler.

    Bunun üzerine Sivas tarafında sarp dağlara vurduk gittik. O kışı dağlarda, derbentlerde bin bela ve vahşet içinde geçirdik, ama bizim elimizden kimsenin hatırı rencide olmadı, köylüler gönül rızasıyla beslerdi. Sinanpaşazade de Diyarbekir kışlağına çekildi, niyeti evvel baharda üstümüze yürümekti.

    Sivas Valisi Mahmud Paşa Engürüs (Macaristan) seferine memur olmuş, Sivas askeriyle İstanbul’a gitmişti; hak tanır, doğru söyler, vezirlik şanını bilir kişiydi, Şeyhülislam Sunullah Efendi ile Kaymakam Yemişçi Hasan Paşa’ya gitmiş:

    ‘Karayazıcı itaat etmiş, fesattan el çekmişken mücerret Sinanpaşazade’nin dönekliğinden tekrar dağa çıkmış ve sırf serdardan korunmak için bir derbende sığınmıştır. Aslında devlete büyük hizmetler görecek, devlet kapısında kullanılmaya layık adamdır; bir sancak verilsin, hizmeti görülsün, ben kefilim!’ demiş.

    Sunullah Efendi’nin kardeşinin oğlu Çelebi Kadı derler molla efendi de o sırada Sivas’taydı, Abdülhalim Bey’e şefaat yollu amcasına mektuplar yazmış, o dahi ‘Bu son defa dağa çıkmasına Sinanpaşazade sebep olmuştur’ demiş. Sivas’ta Kandilli Âşık derler bir kalender, vaka üzerine destan düzmüştü, mektubuna onun şu kıtasını dahi yazmış:

    Kahpelik etti Sinanpaşazade

    Zulm olmaz bize bundan ziyade

    Kız oğlana cana mala kıydılar

    Kanımız içtiler misal-i bade

    Ve daha çok şeyler yazmış; ‘Molla Karayazıcı’dan çok para almış da mektup yazmış’ dediler, yalandır. Köy vurmayan adamda akçe olur mu?

    Mollanın yazdıkları, şeyhülislamın şefaati ve Beylerbeyi Mahmud Paşa’nın kefaleti ile Abdülhalim Bey’i tekrar affettiler ve kendisine Çorum Sancağı’nı verdiler. Sinanpaşazade de serdarlıktan alınıp İstanbul’a çağrıldı. Mahmud Paşa’ya da:

    ‘Geri Sivas’a dön, kefil olduğun adama baskı ol!’ demişler.

    Dağdan Çorum’a indik. Karayazıcı bir eyyam Çorum’da yine adaletle beylik yaptı. Sivas Beylerbeyi Mahmud Paşa ile beraber İçel’de türeyen softa eşkıyasını tenkile memur edildik, sefer hazırlığına başladık.

    Sinanpaşazade İstanbul’a vardığında Sadaret Kaymakamı Yemişçi Hasan Paşa’yı görmüş, o cahil tamahkârın hırsını tahrik ile:

    ‘Karayazıcı gibi şu kadar yüz köy, kasaba ve çiftlik soymuş, Karun hazinesine sahip şakiye 300.000 akçelik sancak badihava verilir mi? Bu ne gaflettir, en azdan 500 kese istesen verirdi!’ demiş.

    Yemişçi:

    ‘Ya sen Amasya’yı verdiğinde ne aldın?’ diye sorduğunda:

    ‘Ben Amasya’yı verdiğimde karşılığında müfettişi aldım ve hem dahi verdiğim sancağı geri aldım!’ demiş.

    Çengi Hüma saçlarından asıldı.

    Çorum’a Yemişçi Paşa’nın bir ağası geldi, bizim beye:

    ‘Kaymakam Paşa senden 300 kese karz-ı hasen ister beyim’ dedi.

    Karayazıcı:

    ‘Üç kese istese veremem’ dedi.

    ‘Ya biz seni dağdan Çorum’a badihava mı indirmiş olalım?’ deyince Abdülhalim Bey’in kan beynine sıçradı:

    ‘Biz dağda yol kesip kervan soymadık da ya şimdi sancak alınca Çorum şehrini mi soyalım? Vallah billah elçi olmasan seni şimdi konak önünde asardım!.. Defol bre nabekâr gidi!’ diye Kaymakam Paşa’nın ağasını kovdu.

    Yemişçi’nin ağası Çorum’da üç gün eğlendi, meğer melun bir acuze avrat bulmuş, onun vasıtasıyla bizim beyin çengisi davulcu kızı Hüma’yı elde etmiş, bir çekmece içinde ufak tefek hulliyat vermişler.

    Dağdan derbentten Çorum’a inip bey konağına girmiştik ama henüz yerleşmemiştik. Karayazıcı’nın 18 bayrak çeker 4.000 nefer levendi vardı. Çorum yeniçeri ağası birkaç yüz nefer yeniçeriyle kaleye kapandı, kaleyi Karayazıcı’ya teslim etmedi; bizim beyin aklında fitne ve fesat olmadığından kaleyle mukayyet olmadı. Levendini hanlara, bekâr odalarına dağıttı, kendisi de yüz kadar has bendesiyle konağa girdi ama harem yoktur, sekiz on avrat vardır o kadar. Konakta mutfak ocağı tüter, hamam külhanı yanmazdı, ol avratlar da erler gibi çarşı hamamına giderlerdi. İşte davulcu kızı Hüma’yı ol acuze-i mekkâre hamamda iğfal eylemiş. Kasıt şuymuş ki Yemişçi Hasan Paşa elbet ki Karayazıcı üzerine asker gönderecektir. O zaman, kale elimizde olmadığından bize Çorum’dan çıkmak düşecektir, işte o hengâmede davulcu kızı Hüma saçları için de sakladığı hançerle Abdülhalim Bey’i camehabında katledecek, bey kim vurduya gidecekti. Meğer natır karı ol acuze ile çengi kızın halvete kapanmalarından şüphelenmiş, kulak verip dinlemiş, beye gelip haber verdi, Karayazıcı tınmadı. Yemişçi’nin ağasını arattı; herif kaçmış, bulamadılar. Aradan ay geçmedi, Karayazıcı tekrar fermanlı oldu; İstanbul’dan Altıncı Vezir Hacı İbrahim Paşa’yı askerle Çorum’a gönderdiler.

    Abdülhalim Bey bir gün Hüma ile camehabında halvet olduğunda kızın saçları arasından bir küçük hançeri kendi eliyle çıkardı:

    ‘Boğ kahpeyi!’ diye davulcu kızını Yularkısdı’ya teslim etti.

    Hüma’yı boğdular ve Çorum dışında üç konak yerde İstanbul yolu üzerinde saçlarından bir ağaca astılar, biz de Çorum’dan çıktık."

    Karayazıcı’nın asıl büyük isyanı 1600 senesi baharında, Nisan ayı sonlarında Çorum’dan çıktıktan sonra başladı. Çorum’dan 4.000 leventle çıkmıştı, birkaç gün içinde bayrağı altında 20.000 kişi toplandı.

    Aldülhalim Bey badireden badireye zorla sürükleniyordu. Kesin kararını vermişti; ikinci defadır ki padişah ve devlet adına verilmiş olan af ve aman fermanları bozuluyordu, artık bir üçüncü fermana herhalde güvenemezdi; bundan sonra ferman dinlemeyecek, kendi fermanını dinletmek isteyecek, dağ padişahı olacaktı.

    Aşiretinden bir kızla evlenmiş miydi, çocukları var mıydı, bilmiyoruz. Fakat boğdurttuktan sonra saçlarından astırdığı çengisini can ve gönülden sevdiğini Şahverdi anlatıyor:

    Davulcu kızı Karayazıcı’nın kapatma çengisiydi ama fahişe değildi. Leventler babasının evinden dağa kaldırmışlar, bir eyyam dağda gezdirip oynatmışlar, Abdülhalim Bey’e getirdiler, ‘Bakiredir’ diye yemin edip teslim ettiler, beyin aguş-i muhabbetine düştükten sonra gayetle sevgilisi oldu; Hüma’ya gayri er eli değmedi diyor.

    Zamanı gelmiş yanında 30.000 levent beslemiş Karayazıcı’nın sevgili çengisinin boynuna birkaç dizi altın ve birkaç külçe inci bulup takamayışı ve bir gün onun tıraşide fildişinden boynuna bir yağlı kement geçirtmeye mecbur oluşu hakikaten hazindir. Karayazıcı’nın Âl-i Osman’a meydan okumasında bu ihanetin de büyük tesiri olsa gerektir.

    Çorum’dan Kayseri Ovası’na doğru yürüdü, Hacı İbrahim Paşa’yı da peşi sıra oraya çekti ve Hacı Paşa’yı 1600 senesi Eylülünün 23’üncü Cumartesi günü Kayseri Ovası’nda ağır bir bozguna uğrattı. İbrahim Paşa ordusundan 15 çorbacı ve 1.000 yeniçeri maktul düştü, paşa güçlükle Kayseri iç kalesine can attı, askerlerinden kendisiyle beraber kaleye giremeyenler tamamen kılıçtan geçirildiler. Bu kanların vebali acaba kimin boynundaydı?

    Karayazıcı Kayseri şehrine bir hükümdar edasıyla girdi. Artık yeni bir af düşünmüyordu, Kayseri’de hiç tereddüt etmeden padişahlığını ilan etti. Âyan ve eşrafı toplayarak bundan böyle vergilerin Osmanlı defterdarına değil, kendisinin tayin edeceği defterdara verileceğini bildirdi ve bir defterdar tayin etti. Kayseri ulemasından Şeyh Abdürrahim Efendi’yi şeyhülislam yaptı ve yine o şehrin âyanından ve bağrı yanık takımından Dilaverzade Ali Paşa adında bir ihtiyarı da veziriazam tayin etti. Bütün Osmanlı tımarlarını iptal ederek tuğraları kendi adına çekilmiş menşurlarla 12 zeamet ve 200 kılıç tımar yeniden verildi; menşurlara Halim Şah muzaffer bad diye bu dağ padişahının tuğrası çekildi.

    Karayazıcı’nın menşurlarından birinin suretini Vakanüvis Naimâ Efendi aynen naklediyor, biz de onu bugünkü dile çevirerek yazıyoruz:

    Bu hükmün sahibi Kayseri sakinlerinden Mehmed nâm kimse Osmanlı tarafından üzerimize gönderilen ve Allah’ın inayetiyle hezimete uğrayan Serdar Hacı İbrahim Paşa muharebesinde tam hulus ile bizim tarafa geçtiğinden kendisini bütün vergilerden affettim ve eline bu hükm-i hümayunumu verdim. Buyurdum ki, Osmanlı’nın eli bu taraflardan tamamen kesildikten ve saltanat bana kati olarak mukadder olduktan sonra tarafımdan tayin olunan hâkimler ve ümera bu hüküm mucibince kendisinden hiçbir vergi istemeyeler, her kim bu hükme itaat etmezse cezası verilir.

    Karayazıcı’nın dağ padişahlığı 1600 Eylülünden 1601

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1