Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Ayetler Işığında 1
Ayetler Işığında 1
Ayetler Işığında 1
Ebook502 pages5 hours

Ayetler Işığında 1

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Allah’a (cc) sonsuz hamdü senalar, Resulü Hz. Muhammed’e (sav), onun mübarek nesline ve ashabına sınırsız salat ve selamlar olsun.
Ayetler Işığında üst başlığı ile Kur’an-ı Kerim’deki 19 temel konu ile ilgili ayet mealleri derlemesi, bir kitap oluşturma maksadı ile hazırlanmadı. Hz. Kur’an’ı devamlı olarak meali şerifini okumaktan maddi manevi hazlar aldığımı ve istifade ettiğimi Yüce Rabbime hamdü senalar ederek gözlemliyordum. Nefsim adına Hz. Kur’an’dan, farklı istifadelerim adına, Yüce Rabbimin rızasını tahsil adına, alemlerin fahrı Hz. Muhammed (sav) efendimizin ahlakı ile ahlaklanma adına “konu odaklı” meal okumamın da ihtiyacını hissettim.
Konu odaklı meal okuyabilmek için de aynı konulu ayet-i kerimelerin aynı yerde toplanmış olması gerekiyordu. Bu türlü okuyuş bir konuya aynı anda bütün Kur’an’ın genel ve bütüncül bakış açısıyla bakmama vesile olacağından Yüce Rabbimin maksadını ve rızasını tam olarak anlayabilecektim.
Meal okumalarda, en çok yanılma ve yanıltma bir ayet-i kerimeye tek başına bakıldığında veya değerlendirildiğinde meydana geldiği kanaatindeydim. Birbirlerini açıklayarak ve sınırlarını en geniş ölçülere çıkartarak belirleyen ayet-i kerimelerin bir anda beraberce okunması yüce Rabbimizin sınırsız sofrasından farklı bir lütuf olacaktı.
Hz. Kur’an’ın kendi nizam ve intizamı içerisinde sonsuz ve sınırsız bir ana kitap ve mucize olarak esas olmak üzere, aciz ve cahil nefsimin istifadesi uğruna bu ilahi sofradan kendi nefsime bir derleme ayırmak nasip oldu. Arzu edenler fakirle birlikte istifade edebilirler.
19 temel konunun tespitinde başta Hz. Bediüzzaman (K.S.) olmak üzere ehli sünnet ve cemaat alimlerinin en zaruri ve en ehemmiyetli gördükleri, Kur’an ayetleri ve sünneti seniyye prensiplerinin ana gayesi ve hedefi olan temel konular seçildi. Bunlar; başta Kur’an’ın 3 temel konusu olan tevhid, haşir, nübüvvet olmak üzere insanı, insan-ı kâmil yapacak yüce hedefleri içeren konulardır.
Hazırlamış olduğu Kur'an-ı Hâkim ve Açıklamalı Meali’nden derleme yapmamıza müsaade edip izin veren muhterem Suat Yıldırım hocamıza, bunun kağıt baskısını yapıp dünyanın dört bir tarafına dağıtan Süreyya Yayınları’na ve bu eseri e-book formatında yayına hazırlayan Crab Publishing’in değerli yetkililerine teşekkürlerimi iletirken sonsuz sınırsız lütuf ve nimetleriyle bizleri kuşatan yüce rabbimize de ezel ebed dolusu hamdu senalar ederim.
Yüce Rabbim yüce rızasını tahsile, marziyâtını bilip anlamaya ve yaşamaya vesile kılsın, âmin.

Abdullah Küçük

LanguageTürkçe
Release dateJun 13, 2024
ISBN9798224519576
Ayetler Işığında 1

Read more from Abdullah Küçük

Related to Ayetler Işığında 1

Related ebooks

Related categories

Reviews for Ayetler Işığında 1

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Ayetler Işığında 1 - Abdullah Küçük

    ÖN SÖZ

    Allah’a (cc) sonsuz hamdü senalar, Resulü Hz. Muhammed’e (sav), onun mübarek nesline ve ashabına sınırsız salat ve selamlar olsun.

    Ayetler Işığında üst başlığı ile Kur’an-ı Kerim’deki 19 temel konu ile ilgili ayet mealleri derlemesi, bir kitap oluşturma maksadı ile hazırlanmadı. Hz. Kur’an’ı devamlı olarak meali şerifini okumaktan maddi manevi hazlar aldığımı ve istifade ettiğimi Yüce Rabbime hamdü senalar ederek gözlemliyordum. Nefsim adına Hz. Kur’an’dan, farklı istifadelerim adına, Yüce Rabbimin rızasını tahsil adına, alemlerin fahrı Hz. Muhammed (sav) efendimizin ahlakı ile ahlaklanma adına konu odaklı meal okumamın da ihtiyacını hissettim.

    Konu odaklı meal okuyabilmek için de aynı konulu ayet-i kerimelerin aynı yerde toplanmış olması gerekiyordu. Bu türlü okuyuş bir konuya aynı anda bütün Kur’an’ın genel ve bütüncül bakış açısıyla bakmama vesile olacağından Yüce Rabbimin maksadını ve rızasını tam olarak anlayabilecektim.

    Meal okumalarda, en çok yanılma ve yanıltma bir ayet-i kerimeye tek başına bakıldığında veya değerlendirildiğinde meydana geldiği kanaatindeydim. Birbirlerini açıklayarak ve sınırlarını en geniş ölçülere çıkartarak belirleyen ayet-i kerimelerin bir anda beraberce okunması yüce Rabbimizin sınırsız sofrasından farklı bir lütuf olacaktı.

    Hz. Kur’an’ın kendi nizam ve intizamı içerisinde sonsuz ve sınırsız bir ana kitap ve mucize olarak esas olmak üzere, aciz ve cahil nefsimin istifadesi uğruna bu ilahi sofradan kendi nefsime bir derleme ayırmak nasip oldu. Arzu edenler fakirle birlikte istifade edebilirler.

    19 temel konunun tespitinde başta Hz. Bediüzzaman (K.S.) olmak üzere ehli sünnet ve cemaat alimlerinin en zaruri ve en ehemmiyetli gördükleri, Kur’an ayetleri ve sünneti seniyye prensiplerinin ana gayesi ve hedefi olan temel konular seçildi. Bunlar; başta Kur’an’ın 3 temel konusu olan tevhid, haşir, nübüvvet olmak üzere insanı, insan-ı kâmil yapacak yüce hedefleri içeren konulardır.

    Hazırlamış olduğu Kur'an-ı Hâkim ve Açıklamalı Meali’nden derleme yapmamıza müsaade edip izin veren muhterem Suat Yıldırım hocamıza, bunun kağıt baskısını yapıp dünyanın dört bir tarafına dağıtan Süreyya Yayınları’na ve bu eseri e-book formatında yayına hazırlayan Crab Publishing’in değerli yetkililerine teşekkürlerimi iletirken sonsuz sınırsız lütuf ve nimetleriyle bizleri kuşatan yüce rabbimize de ezel ebed dolusu hamdu senalar ederim.

    Yüce Rabbim yüce rızasını tahsile, marziyâtını bilip anlamaya ve yaşamaya vesile kılsın, âmin.

    Abdullah Küçük

    Birinci Bölüm

    ALLAH’IN VARLIĞI, BİRLİĞİ, KUDRETİ, İSİM VE SIFATLARININ DELİLLERİ (TEVHİD)

    İnsan yüce yaratıcısını tanımak, O’nun varlığına iman etmek O’nun bütün bir kâinat sayfalarındaki kudret ve sanat delillerini inceleyip üzerinde düşünerek, taklidi iman ve bilgi seviyesini, tahkiki ve bilimsel bir iman seviyesine çıkarmak ile vazifeli olan bir varlıktır.

    Bu şekilde soyut olan imanı somut, bilimsel, görsel ve işitsel, kesin delillere dayanan bir imana dönüşeceğinden, bu bilgilerle Rabbisini tanıması onun hayata ve varlıklara bakış açısını tamamen değiştirecektir. Bu iman seviyesindeki insanın aklı, kalbi, ruhu, hayalleri ve duyguları yüceler yücesi şefkatli ve cömert yaratıcısının sevgisi, korkusu, hayranlığı ve O’na kendisini sevdirmenin sonsuz mertebeleri ile dopdolu hale gelecektir.

    Peki dünya işleri ve sebepler ne olacak? Onlar değersiz mi görülecek? Hayır! Dünya ve dünyevi sebeplere de Yüce Allah adına, O’nun razı olacağı şekilde, yeryüzünün halifesi (Eşya ve hadiselere Allah adına müdahale eden) olarak sebeplere riayet etmenin de ayrı bir farz olduğu bilinci ile yaşayacak.

    Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerin 3’te 1’inin tevhid konusunu işlediği, İslam alimlerinin de rivayet ettiği bir gerçektir. Yüce Rabbimiz kalp gönül ve ruhlarımızı tevhid nuruyla nurlandırsın, âmin.

    1- FATİHA SURESİ

    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    1. Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla [59,22-24]

    2. Bütün hamdler, övgüler âlemlerin Rabbi Allâh'adır.

    3. O rahmândır, rahîmdir.

    4. Din gününün, hesap gününün tek hâkimidir. [24,25; 37,53]

    Rabbü'l-âlemin sıfatı Kur'ân mesajının evrenselliğini, rahmân ve rahîm sıfatları, Allah'ın kâinatı şenlendiren geniş rahmetini ilan eder.

    Surenin başında Bütün övgüler Allah'ındır şeklinde kapsamlı bir hüküm verildiğinden, âdeta Niçin? diye soran aklı tatmin için zımnen gerekçe teşkil eden bazı ilahî sıfatlar hatırlatılmaktadır. Övgüler Onundur: Çünkü Rabbü'lâlemîndir bütün varlıkları yaratıp büyüten, varlıkta devam ettirendir. Çünkü rahmândır, rahîmdir: Bu mükemmel kâinatı merhametiyle şenlendiren, güneşleri, ayları, topyekun kâinatı bitkilere ve hayvanlara hizmet ettiren, cansızı ve canlısı ile bütün varlıkları da insana hizmet ettiren O'dur çünkü, hayat sadece dünya hayatından ibaret değildir. Burada ağır bir emanet yüklenerek, Allah'ın halifesi, vekîli olarak geçici bir süre için görevlendirilen insanın, asıl hayatı ebedî âhiret hayatındadır. İşte Allah âhiretin de tek hükümdarıdır.

    5. (Haydi öyleyse deyiniz): Yalnız Sana ibadet eder, yalnız senden medet umarız.

    Evreni dikkatle inceleyen her akıl sahibi, böylece aklî delille Rabbine ulaşacağından, surenin başından 4. âyete kadar Allah'tan O diye bahsederken, bu tefekkürü sonucunda artık âdeta O'nu görüyor hale gelip Sen diye hitap etme makamına yükselir: İbadetim, kulluğum, sevgim yalnız Sana'dır Rabbim! der. Diğer taraftan, Allah müminleri toplum halinde, daha doğrusu topluluk halinde huzurunda görmek istediğinden, dünyadaki bütün müminlerle birlikte ibadetini O'na takdim eder, onlardan güç, kuvvet, dua ve mutluluk alır.

    Tarih ve coğrafyasıyla bütün bir insanlığı, hatta bütün âlemleri, dünya ve âhireti, ezelden ebede varlığın tamamını kucaklayan bu kutlu Fâtiha, bu sureyi yücelerden indiren Zatın, bütün âlemleri her tarafıyla aynı anda gören Rabbü'lâlemin olduğunun önemli bir delilidir. 5. âyet ile kul, Rabbi ile bir akit yapmaktadır. Allah'a ibadet ve teslimiyet gösteren insana O, dünyada yardım ve hidâyeti, âhirette cenneti vermeyi uhdesine alır.

    2- BAKARA SURESİ

    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    21. Ey insanlar! Hem sizi hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Böyle yapmakla her türlü zarardan korunmayı ümid edebilirsiniz. [32,3; 30,41; 39,28]

    Âyetin son kısmındaki ümidi ifade eden kelime lealle olup Arapçada tereccî yani ümit ifade eden başlıca edatlardan biridir. Allah Teâlanın sözünde tereccî, ilk bakışta tereddüde yol açabilir. Hâşâ, sanki O'nun neticeleri kesin olarak bilmediği zannını uyandırabilir. Fakat bu sathî bir anlayıştır. Doğrusu şudur: 1. Birçok durumda terecciyi muhataplar bakımından anlamak gerekir. Nitekim meali buna göre vermiş bulunuyoruz. 2. Tereccî üslubu hem Allah hem de kul yönünden matlub olan tutumdur. Zira kulluk tavrı, ümit ve korku arasında olup âkıbetten emin olmamayı gerektirir. Öte yandan bu üslupla, Allah, ilahî iradeyi hiçbir şeyin sınırlandırmayacağını bildirmek ister. Kul: Ben Rabbimin şu emrini yaptım, O da benim için şunu yapar diyemez.

    22. O Rabbinize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Rabbinize eş koşmayın.

    Atmosfer tabakası, portakalın kabuğunun portakalı sarması gibi dünyayı çevrelemektedir.

    23. Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur'ânın Allah'ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi onun surelerinden birine benzer bir sure meydana getirin ve Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda haklı iseniz! [10,37; 11,13; 17,88; 28,49]

    Hz. Peygamber (a.s.)'ın nübüvvetinin başta gelen delili, Allah tarafından kendisine verilen Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'ânın Allah'ın sözü olması, i'caz vasfına sahip olmasıyla tezahür etmiştir. İ'cazı da itiraz eden kâfirlere tehaddi etmesi, yani benzerini yapmaları konusunda onlara meydan okuması ile ortaya çıkmıştır. Bu âyet, tehaddi safhalarının sonuncusudur. Şöyle ki: 1. Kur'ân ilk meydan okuduğunda, Kur’ân’a benzer bir söz istedi (Tur, 33-34). 2. Uydurma hikâyelerden de olsa on surenin benzerini (Hud, 13-14). 3. Hiç değilse bir surenin mislini getirmelerini istedi. (Yunus, 38). 4. Tam misli olmasa da kısmen olsun, Kur’ân’a benzer bir söz söylemeye dâvet etti. Ne nüzul asrında ne de ondan sonra bir cevap çıkmadığından i'cazı sabit oldu.

    24. Bunu yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- çırası insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış o ateşten sakının.

    26. Allah gerçeği açıklamak için bir sivrisineği, hatta onun ötesinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise Allah böyle misal vermekle ne kastediyor derler. Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla bir çoklarını yola getirir; ancak bununla fâsıklardan başkasını şaşırtmaz. [22,73; 29,41; 14,24; 74;31; 13,19-25]

    Fısk kelimesinin sözlük anlamı çıkmak, huruc etmek dir. Nitekim delikten çıkan farelere fâsıklar denir. Dini terim olarak fâsık büyük günah işlemek suretiyle Allah'a itaat çizgisinden çıkan mânasınadır ki küçük günahlarda ısrar etmek de bu bölüme girer. Şer'î bakımdan fıskın üç derecesi vardır. Birincisi: Günahı çirkin saymakla beraber, ara sıra günah işlemek. İkincisi: Üzerine düşerek devamlı günah işlemek. Üçüncüsü: Çirkinliğini inkâr ederek yapmaktır. Bu üçüncü tabaka küfür derecesidir. Fâsık bu duruma gelmedikçe Ehl-i sünnet mezhebinde kendisinden mü'min adı alınmaz. Şu halde fâsık vasfı içinde kâfirler bulunacağı gibi imanını kaybetmemiş olanlar da bulunabilir. Mu'tezile mezhebindekiler bu kısmı ne mümin ne kâfir saymayıp, ikisi ortası saymışlar. Hâriciler ise üçünü de kâfir saymışlardır.

    28. Ey kâfirler! Allah'ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki siz ölü iken size hayatı veren O'dur. Şunu bilin ki tayin ettiği vâde gelince sizi öldürecek, yine diriltecek ve sonunda O'nun huzuruna götürüleceksiniz. [52,35; 76,1; 40,11; 45,26]

    29. O'dur ki yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yarattı. Sonra iradesi yukarıya yönelip orayı da yedi gök halinde sağlamca nizama koydu. O her şeyi hakkıyla bilir. [41,9-12]

    Yeryüzünde mevcut her şeyden insanlar için bir faydalanma yönü vardır. Bu faydalanma şekli bazısında müsbet, bazısında menfi bir durumdadır. Hepsinin faydalı olması, her birinin, her şekilde ve herkes için faydalı olması demek olmaz. Bir kısmında zararlı olma durumu da vardır. Haram kılınan şeyler ile kazanılmış şahsî mallar dışında dünyadaki her şey mübahtır. Buna Fıkıh ilminde ibahe-i asliyye denir ki dayandığı başlıca naslardan biri bu âyet-i kerimedir. Canlar, ırz ve namusun dışında, varlıkta aslolan, mübah olmadır. Özel bir haram delili bulunmadıkça, mübah ile amel olunur şeklindeki fıkıh kaidesi bu âyetten alınmıştır. Yalnız akıllara kalsaydı kimi hep mübah der, kimi hep haram der, kimi de şaşırır kalırdı. Nitekim vahiy aydınlığından uzak yerlerde böyle olmuş ve olmaktadır.

    Burada şuna dikkat etmek gerekir ki bu serbestlik, insanların tümüne eşit olarak yapılmış, insanlar insan için yaratılmamış ve birbirlerine mübah kılınmamıştır. Bunun için insanların canları, ırzları birbirlerine mübah değildir. Hatta bir insan kendi canını, ırzını bile dilediği gibi kullanmaya izinli değildir. İnsanlar, kendileri için değil Allah'a kulluk için yaratılmışlardır.

    Yedi gök: Müfessirlerin çoğuna göre dünyanın üstünde bütün yıldızların süslediği maddî âlemin hepsi bir gök olup, yedi semanın birincisidir. Ve bunun ötesinde bundan başka altı sema daha vardır. Biz dünya semasını yıldızlarla süsledik. [37,6] âyeti de bu mânada açıktır.

    30. Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dediği vakit onlar: Â! Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahluk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet yapıp, Sen'i tenzih etmekteyiz dediler. Allah: Ben, sizin bilmediğiniz pek çok şey bilirim buyurdu.

    Tesbih: Allah Teâlayı tenzih etmek, yani Zatını i'tikad, söz ve amel bakımından şanına lâyık olmayan her türlü kusurdan yüce tutmaktır.

    Hilâfet, vekâlet yani başkasına vekil olmak mânasına gelir. Bu vekâlet, ya aslın kaybolmasından veya bir ihtiyaçtan veya aczden yahut da sırf, asilin, vekiline bir şeref bahşetmek lütfunda bulunmasından ileri gelir. Ve işte Cenab-ı Allah'ın yeryüzünde velilerini halife seçmesi, bu son nevidendir.

    33. Allah: Âdem! Eşyanın isimlerini onlara sen bildir dedi. O da isimleriyle onları bildirince Allah buyurdu: Ben size demedim mi ki göklerin ve yerin sırlarını Ben bilirim. Ve Ben sizin gizli açık yapmakta olduğunuz her şeyi de bilirim." [20,7; 27,25]

    37. Büyük pişmanlık duyan Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti. Rabbine yalvardı. Allah da tövbesini kabul etti. Zaten O tövbeyi kabul eder, merhameti boldur. [9,104; 25,71; 4,17-18].

    Tevrat Hz. Adem'in tövbe etmesinden bahsetmez.

    Allah insanın dünyadaki çilesini geçici kılmıştır. Halife olmak üzere yaratılan Âdem'in fıtratından ilim gücü yok edilmemiştir. Vuku bulan zelle henüz tabiat (huy) haline gelmemiştir. Onun için bu musîbetten hemen sonra, bu yaratılışıyla Rabbine döndü ve O'nun kendisine bazı kelimeler telkin ettiğini sezdi ve o kelimeleri alıp onlarla amel etti. Bu kelimeler 7-23’te bildirilmiştir.

    41. Sizin yanınızda bulunan Tevrat"ı tasdik etmek üzere indirdiğim Kur'ân'a iman edin, onu inkâr edenlerin başını siz çekmeyin. Âyetlerimi az bir fiatla, yani dünya menfaati karşılığında satmayın. Asıl Bana karşı gelmekten sakının! [2,89.91.97.101; 3,81; 4,47; 5,48; 6,92; 35,31; 46,12.30]

    Maksat: Tevrat’ın asli şeklidir.

    54. Musa kavmine dedi ki: Ey kavmim! Sizler buzağıya tutulmakla kendinize çok yazık ettiniz. Derhal Yaradanınıza tevbe edin! Nefsinizin kötü arzularını kesin! Allah yolunda kendinizi öldürün! Böyle yapmanız sizi Yaratan nezdinde daha hayırlıdır. Böylece Allah da sizin tövbelerinizi kabul etsin. Çünkü o tövbeleri çok kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur.

    Âyetteki nefislerinizi öldürün mefhum olarak üç mânaya gelebilir: 1- Hakikî mânası ki herkesin kendi kendini öldürmesi, yani intihar etmesidir. Lakin böyle olsaydı muhatap olacak kavim kalmaz veya ancak âsiler kalırdı. Şu halde kastedilen mâna bu değildir. 2- Esasen kardeş olan bir kavmin fertlerine, haydi bakalım şimdi birbirinizi öldürünüz demektir. Tefsirciler çoğunlukla bu mânayı gözetmişlerdir. Tur'a giden Hz. Musa (a.s.)'ın arkasından Samirî, altından buzağı heykeli yapmış, önce bağırtmış ve Apis öküzüne tapan Mısırlılar ve diğer puta tapıcılar gibi İsrailoğullarının bir kısmını, İşte Musa bunu aramaya gitti. diyerek ona taptırmış, çok yakın bir zamanda bizzat şahid oldukları nimetlere karşı nankörlük edip bir bozgun ve karışıklık çıkarmış, kavmin diğer bir kısmı Hz. Harun (a.s.) ile bu gidişi önleyememişlerdi. Hz. Musa’nın dönüşüne kadar bu şirk iyice yayılmıştı. O dönünce Furkan’ın hükmüyle hem buzağıya tapanlara hem de onları önlemeyip bekleyenlere hemen tövbe etmelerini ve tevbe edenlerin, etmeyenleri derhal öldürmelerini emretmiştir. Bu iç savaş Allah'ın izniyle zaferle sonuçlanmıştı ki burada o nimet hatırlatılıyor. 3- Sırf mecazî mânası ile nefsani isteklerinizi öldürünüz. Bu gerçek tefsir olmayıp işarî bir mânadır. Yani günahlarınıza pişman olarak gam ve kederden canınızı çıkarın yahut şehvetlerden menetmekle riyazet ediniz.

    55. Bir zaman da: Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız dediniz. Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı, siz de bakakaldınız.

    56. Siz bir müddet ölü vaziyette kaldıktan sonra, şükredersiniz ümidiyle sizi dirilttik.

    Bunu yapanlar, elbette İsrailoğullarının hepsi değildi. Bu ısrar üzerine mikatta yıldırıma yakalananlar, seçilen yetmiş kişi idi.

    57. Üzerinize bulutları gölge yaptık. Size kısmet ettiğimiz helâl hoş rızıklardan yiyesiniz diye kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Fakat nankörlük etmekle onlar Biz'e değil, kendilerine yazık ediyorlardı. [7,160; 20,80]

    60. Bir zaman da Musa kavmi için su arayıp Allah'a yalvarmıştı. Biz de: Asanı taşa vur! demiştik. Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmış, her bölük kendine mahsus pınarı bilmişti. Allah'ın rızkından yiyin için fakat sakın yeryüzünde fesat çıkararak taşkınlık yapmayın! demiştik. [7,160; 20,20; 26,45]

    74. Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı, artık onlar taş gibi hatta ondan da katı! Çünkü öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi var ki çatlar da bağrından su kaynar. Ve öylesi var ki Allah’a olan tazimi sebebiyle yukarıdan düşüp parçalanır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

    105. Gerek Ehl-i kitaptan gerek müşriklerden olsun, kâfirler, Rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Fakat Allah rahmetini dilediğine seçip ihsan eder. Allah büyük lütuf sahibidir.

    106. Biz, daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe, herhangi bir âyetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin? [16,101; 22,52]

    Hem nesheden hem de neshedilen âyetler, Kur'ân metni olma bakımından eşit değerdedirler. Daha hayırlı olma, o hükmü uygulayanların elde edecekleri sevap yönündendir.

    Nesh: Dilde nakil veya izale anlamındadır. Istılahta: Şariin, şer'î bir hükmü, daha sonraki şer'î bir delille kaldırmasıdır. Allah Teâla insanlığı Cahiliye anarşisinden İslâm’a çıkarırken köprü konumundaki sahâbe neslini eğitmede neshi bir metod olarak kullanmıştır. Geçiş döneminin, muayyen bir vakit için yapılmış bazı istisnalar ihtiva etmesi kaçınılmazdır. Esasen nesh, bir yönü ile vahyin bölüm bölüm indirilmesinin bir tezahürüdür. Biz insanlara göre değiştirme gibi görünen durum, Allah Teâla bakımından nihaî hükmü beyan etmedir. Ancak bize, ilk hükmün sona ereceği vakit bildirilmediğinden, sınırlı ilmimiz, bu işi yürürlükten kaldırma sanmaktadır. Allah, mahlukatı yaratmadan önce nâsihi de mensûhu da bilir. Fakat yüce hikmetiyle, mensuh olan ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat (işlev) ile sınırlı olduğunu da bilmektedir.

    Neshe bir misal verelim: Miras paylarındaki nihaî hüküm (4,11-12) gelmeden önce, anne ve baba gibi yakınlara vasiyetle mal bırakma farz kılınmıştı (2,180). Neshin çok az örneği vardır. İtikadî bir konu değil, ilmî bir değerlendirmedir.

    107. Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Sizin O'ndan başka ne bir hâminiz ne de bir yardımcınız vardır.

    110. Namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin. Dünyada hayır olarak ne yapıp gönderirseniz, mutlaka onun mükâfatını âhirette Allah katında bulursunuz. Zira Allah işlediğiniz her şeyi görmektedir.

    115. Doğu da Batı da Allah'ındır. Hangi tarafa dönerseniz, orada Allah'a itaat ve ibadet ciheti vardır! Muhakkak ki Allah'ın lütfu ve rahmeti geniştir, ilmi her şeyi kuşatır.

    116. Bir de: Allah evlat edindi dediler. Hâşa! O böyle şeylerden münezzehtir. Bilakis göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nun mahlukudur. Hepsi O'nun emrine boyun eğmektedir. [19,88; 112,1-4; 13,15]

    117. O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. Bir şeyi yaratmak isteyince sadece ol! der, oluverir. [36,82; 16,40; 54,50]

    118. Gerçeği bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı veya bize mucize gösterilmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi. Kalpleri nasıl da birbirine benziyor! Gerçekleri iyice bilmek isteyenler için delilleri apaçık gösterdik. [74,52; 6,124; 51,52-53]

    127. İbrâhim ile İsmâil Beytullah’ın temellerini yükseltirken şöyle dua ediyorlardı. Ey bizim Kerîm Rabbimiz! Yaptığımız bu işi kabul buyur bizden! Hakkıyla işiten ve bilen ancak Sen'sin.

    133. Ne o, yoksa siz ölüm Yâkub'a gelip çattığında, o evlatlarına: Benim ölümümden sonra kime ibadet edeceksiniz? dediğinde siz orada mı bulunuyordunuz? Onlar cevaben şöyle demişlerdi: Senin İlahına, senin ataların İbrâhim, İsmâil ve İshak'ın İlahı olan Tek İlaha kulluk ederiz Ve biz ancak O'na teslim olan Müslümanlarız.

    136. Deyiniz ki: Biz Allah'a, bize indirilen Kur'ân'a, keza İbrâhim'e, İsmâil'e, İshak'a, Yâkub'a ve onun torunlarına indirilene ve yine Musa’ya, Îsâ'ya, hülasa bütün peygamberlere Rab'leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız. Biz yalnız O'na teslim olan Müslümanlarız. [4,150; 2,285]

    137. Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yolu bulmuş olurlar. Yok yüz çevirirlerse, mutlaka size karşı bir ayrılık ve düşmanlık içindedirler. Bu takdirde ise onların hakkından gelmek için Allah sana yeter. O hakkıyla işitir ve bilir.

    138. Siz Allah'ın verdiği rengi alınız. Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na ibadet ederiz deyiniz.

    139. Allah hem bizim Rabbimiz hem de sizin Rabbiniz olduğu halde, Siz bizimle Allah hakkında mı münakaşa ediyorsunuz? Bizim yaptıklarımızın karşılığı bize, sizin yaptıklarınızınki ise size ait. Biz tam bir samimiyetle yalnız O'na bağlıyız. [10,41; 3,20; 3,67-68]

    142. Akılsız insanlar: Bu Müslümanları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir? diyecekler. De ki: "Doğu da Batı da Allah'ındır. O dilediği kimseyi doğru yola yöneltir.

    Buharî'nin Berâ (r.a.)'dan naklettiği bir hadiste o şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'ye ilk teşrifinde, Ensar'dan olan dayılarının yurduna misafir oldu ve on altı, on yedi ay Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Halbuki kıblesinin Beytü'l-Haram'a doğru olmasını arzu ederdi. Kâbe'ye yönelerek ilk kıldığı namaz, ikindi namazı olmuştu. Bir cemaat de onunla birlikte kıldılar. Ondan sonra, birlikte namaz kılanlardan biri çıktı. Mescidin birinde bulunan bir cemaate, onlar namazda iken uğradı. Onlar Resulullah (s.a.s.) ile Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için şâhitlik ederim deyince, onlar namazlarını bozmadan Kâbe'ye döndüler. Bu mescid, Beni Hârise mescidi olup, Mescid-i Kıbleteyn (iki kıbleli) mescit olarak günümüzde de Medine-i Münevvere'de bulunmaktadır. Âyetin son kısmı, kıble yönünün, Allah'ın sadece o tarafta olduğu mânasına gelmediğini kesin bir tarzda belirtmektedir.

    144. Elbette ilahî buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık müsterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz. Haydi yüzünü Mescid-i Harâm'a doğru çevir! Siz de ey müminler, nerede olursanız olunuz yüzünüzü oraya doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar, kıbleyi çevirmenin gerçekten Rab'leri tarafından olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir

    148. Herkesin yöneldiği bir cihet vardır, Haydin öyleyse hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.

    Bu âyet-i kerîme Kur'ân'ın müslümanların şahsîyetlerini nasıl geliştirdiğini, esasta birleşme ve fazilette yarışma kaydı ile her bir ferdin değişik bir görüş ortaya koyabileceğini, bunun müminlerin birliğini ve uyumunu bozma yerine daha da güçlendirmesi gerektiğini ifade etmektedir. Vallahu A'lem.

    158. Safa ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse oraları tavaf etmesinde bir beis yoktur. Her kim de farz olmadığı halde gönlünden koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür. Zira Allah şükrün karşılığını ile verir. O, az amele çok mükâfat verir ve her şeyi bilir. [4,40]

    Müşrikler de Safa ile Merve arasında sa'y ederlerdi. Müşriklerin bunu yapmaları, bu iki tepeyi Allah'ın şeâiri olmaktan çıkarmaz.

    163. Hepinizin İlahı tek İlahtır. Ondan başka tanrı yoktur. O, rahmandır, rahîmdir.

    164. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah'ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah'ın varlığına ve birliğine dair nice deliller vardır.

    Müşrikler Hz. Musa ve Hz. Îsâ’ya (a.s.) verilen mucizeleri öğrenip o kabilden olarak Safa tepesinin altın olmasını mucize olarak istediler. Allah Teâla: İstersen yaparım, fakat iman etmezlerse, hiç görülmedik şekilde azap gönderirim deyince Efendimiz: O halde benimle halkımı baş başa bırak, onları yavaş yavaş dine dâvet edeyim demesi üzerine bu âyet indirildi. Demek ki bu âyette bildirilen gerçekler Safa tepesinin altın olması gibi harikalardan daha önemlidir. Bu, Kur'ânın din konusunda insan fikrini ne güzel eğittiğini göstermeye kâfidir.

    165. Öyle insanlar vardır ki Allah'tan başkasını Allah'a denk tutar, tıpkı Allah'ı severcesine onları severler. Müminlerin Allah'a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir. O, böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah'a ait olup, Allah'ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi! [89,25-26; 6,165]

    Bu âyet, ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerinden birinin muhabbet yani sevilmek olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır ki Kur'ân ıstılahında insan, daha çok kul vasfıyla anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen sevginin en ileri derecesini ifade eder. Bu âyet gösteriyor ki, Allah'tan başka her hangi bir şeyi veya kimseyi Allah'ı severcesine seven kimse, Allah'tan başka nid (yani O'na denk tutmuş), sayılmaktadır. Bu, sevgide ortak yapmaktır, yoksa yaratma ve Rab olma vasfında denk saymak değildir. el-Vedud Allah'ın güzel isimlerinden olup Yaratıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen demektir.

    186. Kullarım Beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler.

    192. Şayet onlar vazgeçerlerse siz de vazgeçin. Zira Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.

    202. İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler. Allah hesabı çok çabuk görür.

    224. Bir de Allah adına yemin ederek, iyilik etmeye, günahlardan uzak durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O'nun adını engel yapmayın. Allah hakkıyla işitir ve bilir. [24,22; 5,89]

    Kasden veya istemeyerek kasdî olmaksızın ağızdan çıkan yeminler, meşru görevlere engel yapılamaz. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: Bir kimse bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı davranmayı daha hayırlı görürse, o hayırlı şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin.

    244. Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir, her şeyi hakkıyla bilir.

    245. Kimdir o yiğit ki Allah'a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır. Allah rızkı kısar da bollaştırır da. Zaten hepiniz döndürülüp O'na götürüleceksiniz. [5,12; 57,11.18; 64,17; 73,20]

    255. Allah o İlahtır ki Kendisinden başka ilah yoktur. Hay’dır, kayyumdur. Kendisini ne bir uyuklama ne de uyku tutar. Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine? Yarattığı mahlukların önünde ardında ne var, hepsini bilir. Mahluklar ise O'nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na ağır gelmez, O öyle ulu, öyle büyüktür. [19,93-95; 53,26; 21,28; 20,110] [KM, Tesniye 5,26; Tekvin 21,33; Çıkış 3,15]

    Hay: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi.

    Kayyum: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kâinatı varlıkta tutup onları yöneten, demektir.

    Bu âyete Âyetü'l-kürsî denilir. Bu ayet, Allah'ın hükümranlığının son derece açık ve özet bir anlatımını ihtiva eder. Fazilet ve sevabına dair hadisler vardır.

    Ezcümle: Kur'ân'da en büyük âyet, Âyetü'l-kürsî'dir. Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler. İçinde okunduğu evi şeytan otuz gün terk eder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez. Ey Alî! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret

    256. Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur. Artık kim tağutu reddedip Allah'a iman ederse, işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir.

    Dini, kişinin kendi tercihi ile seçmesi gerekir. Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır.

    257. Allah, iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler. İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedî kalacaklardır. [5,16; 6,1-153; 14,1.5; 33,43; 57,9; 65,11]

    258. Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin haline bir baksana! İbrâhim ona: Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır deyince O: Ben de yaşatır ve öldürürüm dedi. Bunun üzerine İbrâhim: İşte Allah güneşi doğudan doğduruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım der demez kâfir donakaldı. Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz.

    259. Yahut şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı. Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu. Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek? dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra diriltti. Ölü vaziyette ne kadar kaldın? diye sorunca o: Bir gün veya daha az diye cevap verdi. Allah ona: "Hayır! yüz sene kaldın. İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış. Bir de merkebine bak!

    (Kemikleri nasıl birbirinden ayrılmış). Seni de insanlara canlı bir delil yapmak için öldürüp dirilttik. Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz! Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla belli olunca: Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir" dedi.

    260. Bir vakit de İbrâhim: Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin? demişti. Allah: Ne o, yoksa buna inanmadın mı? dedi. İbrâhim: Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim diye cevap verdi. Allah ona: "Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).

    263. Bir tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir. Zira Allah Ganî ve halîmdir (sizin sadakalarınıza muhtaç değildir, çok müsamahalı olup cezayı çabuk vermez).

    284. Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker. Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır. Doğrusu Allah her şeye kadirdir.

    Bu âyet Bakara suresinin dördüncü maksadı olan ihsan maksadını gerçekleştirir. Böylece, şimdiye kadar bildirilen hükümlerin müeyyidesi, yani dayandığı kuvvet belirtilir. Sure mukaddimeden sonra iman hakikatlerini, İslâm’a dâveti ihtiva etmişti. Din binasının çatısı ve en güzel süsü ise Allah'ı görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır.

    285. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de. Onlardan her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti. O'nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz dediler ve eklediler: İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır.

    3 - ÂL-İ İMRAN SURESİ

    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

    1. Elif, Lâm, Mîm.

    2. Allah o İlahtır ki Kendinden başka tanrı yoktur. Hay O'dur, Kayyum O'dur. [2,255]

    el-Hay: Her zaman var olan, diri olan ezeli ve ebedî hayat sahibi.

    el-Kayyum: "Kendi zâtı ile var olup, zevali olmaksızın kaim

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1