Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Hayat Yolunda
Hayat Yolunda
Hayat Yolunda
Ebook356 pages3 hours

Hayat Yolunda

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Taha Akyol bu kitabında kendi anılarından örnekler vererek tarikatlar ve totaliter örgütler gibi "sık dokulu" yapılara karşı gençlerin dikkatini çekiyor. Gençleri felakete sürükleyen sağ ve sol totaliter örnekleri anlatıyor.

Yirmi yıl önce yayımlanan kitabını güncelleştirip genişleterek bugünkü cemaat ve yasa dışı örgüt sorunlarını analiz ediyor. Gençlerin bağımsız kişilik, hür düşünce ve girişimcilik ruhuyla geleceklerini inşa etmesini savunuyor. Hayat Yolunda, akademik bilgi, anı ve tecrübeleri süzgeçten geçirip gençlere sunan değerli bir rehber niteliği taşıyor.
LanguageTürkçe
Release dateJun 24, 2024
ISBN9786258380798
Hayat Yolunda

Related to Hayat Yolunda

Related ebooks

Reviews for Hayat Yolunda

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Hayat Yolunda - Taha Akyol

    HAYAT YOLUNDA

    Gençler İçin Anılar Öneriler

    Yazan: Taha Akyol

    Türkçe yayın hakları:© Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu kitabın Türkçe yayın hakları Akcalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır.

    Dijital yayın tarihi: /Mayıs 2022 / ISBN 978-625-8380-79-8

    Kapak tasarımı:Serkan Yolcu

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.

    com.tr

    Hayat Yolunda

    Gençler İçin Anılar Öneriler

    Taha Akyol

    Dokuzuncu baskıya önsöz

    Elinizdeki kitabın ilk baskısı yirmi yıl önce yayımlanmış, çok büyük ilgi görmüştü. Birçok kişi hayata atıldıktan sonra bana mail yazarak bu kitaptan çok yararlandıklarını, hayat mücadelesi için kendilerini daha güçlü ve girişken hissettiklerini yazdı. Elbette mutlu oldum, bir yazar için okurların takdirinden daha büyük mutluluk olur mu?

    Yıllardan beri mevcudu kalmayan, ısrarla aranan bir kitap, fakat benim belgesel ve tarih çalışmalarım, dönüp bu kitabı elden geçirmeme mâni oldu.

    Yirmi yıl gibi bir zaman aralığı, aslında yeniden gözlem için yeterli bir zamandır. Bu yirmi yılda toplumumuzda okuryazarlık, kızların okullaşması, üniversitelerin yaygınlaşması, şehirleşme ve dışa açılma gibi konularda Türkiye önemli gelişmeler kaydetti. Fakat kişilik kültürümüzde aynı sorunların devam ettiği, belki de arttığı görülüyor: Bağımlı kişilik sorunu!

    Mistik alanda şeyhe, mehdiye, siyaset sahasında lidere bağımlılık!..

    Mistik alanda keramet beklentisiyle, ideolojik alanda ise dava uğruna oluşuyor bu psikolojik ve zihni bağımlılık.

    İleriki sayfalardan okuyacaksınız, yirmi önce bu kitapta şöyle yazmıştım:

    Bu psikolojik ve zihni bağımlılık, bize hiçbir serbest kişisel alan bırakmaz. Hayatın hiçbir alanında ‘kendimiz’ olmamıza, kişilik olmamıza izin vermeyen bir bağımlılık... Hem zihni, hem ruhi...

    Yirmi yıl geçti, Türkiye daha eğitimli, daha şehirli hale geldi fakat daha çarpıcı iki olgu patlak verdi: FETÖ ya da sık dokulu, gizli kapaklı bir cemaat olgusu…

    Müritlerince mehdi sayılan Adnan Hoca cemaatinin olgusu…

    Başta Ortadoğu olmak üzere dünyada da terör eylemleri arttı.

    Şunu da belirteyim, partilerimizde lidere bağımlılık yirmi öncesine göre daha arttı. Bunu tecrübe ve gözlemlerime göre yazıyorum.

    Yirmi yıl sonra kitabı gözden geçirerek yeni baskısını hazırlarken hem yeni olguları, hem okuduklarımdan çıkardığım yeni değerlendirmeleri ekledim. Yeni baskının özelliği budur; bunu dışında kitabın yirmi yıl önceki ana yapısını muhafaza ettim.

    Bir yirmi yıl sonra ben olmayacağım. Umuyorum ki önümüzdeki yirmi yılın gençleri daha sağlam iradeli, daha hür düşünceli ve daha girişimci olurlar. Bunda elinizdeki kitabın bir nebze katkısı olursa umarım ki beni rahmetli anarlar.

    Yeni baskıyı hazırlarken bir beklentim de budur.

    İstanbul, Aralık 2018

    İlk baskıya önsöz

    E­li­niz­de­ki ki­tap bir borç duy­gu­su­nun e­se­ri­dir. Bi­ri­kim­le­ri­mi­zi, tec­rü­be­le­ri­mi­zi ye­ni ku­şak­la­ra ak­tar­ma­nın bir borç ol­du­ğu duy­gu­su... Bi­ri­kim­ler ye­ni ku­şak­la­ra ak­ta­rıl­ma­say­dı, me­de­ni­yet o­lur muy­du?

    Ha­yat Yo­lun­da, bir ö­ğüt­ler ki­ta­bı de­ğil. Be­nim a­nı­la­rım da de­ğil...

    Ken­di de­ne­yim­le­rim­den bah­set­ti­ğim ol­du. Fa­kat ha­yat yo­lun­da ba­şa­rı­ya ulaşmış in­san­la­rın, me­de­ni­yet ta­ri­hin­de bü­yük yer al­mış bil­gin­le­rin, dü­şü­nür­le­rin, dev­let a­dam­la­rı­nın da a­nı­la­rın­dan, ha­yat hikâyelerinden a­lın­tı­lar yap­tım.

    Ha­ya­tı bir fa­ci­a o­la­rak yaşamış ün­lü­ler­den de a­nı­lar aldım ve on­lar hak­kın­da ya­zıl­mış e­ser­ler­den a­lın­tı­lar yap­tım.

    Ha­yat Yo­lun­da, as­lın­da, Ga­ze­te Pa­zar’da çı­kan ya­zı­la­rım­dan o­lu­şu­yor. Ay­nen bura­ya al­ma­dım, el­den ge­çir­dim, ge­niş­let­tim. Da­ha ön­ce ya­yım­lan­ma­mış bö­lüm­ler de var e­li­niz­de­ki ki­tap­ta...

    Ge­nel­de her­ke­se, ö­zel­de genç­le­re ses­le­nen bu ya­zı­lar Ga­ze­te Pa­zar’da yayımlandı­ğın­da be­ni şa­şır­tan ve ki­tap­laş­tır­ma­ya teş­vik e­den bü­yük bir il­gi gör­dü. Bir­çok o­ku­rum bun­la­rın ki­tap ha­li­ne ge­ti­ril­me­si­ni is­te­di.

    Bu­ra­da kat­kı­sı o­lan her­ke­se a­ma ö­zel­lik­le de Ay­şen Gür’e te­şek­kür et­me­li­yim. Ga­ze­te Pa­zar’ın Ya­yın Ko­or­di­na­törü Ay­şen Gür il­gi­siy­le, u­ya­rı ve teş­vik­le­riy­le bu kita­bın o­luş­ma­sın­da ba­na ce­sa­ret ver­di.

    Ki­ta­bın a­ma­cı, a­nı­lar ve ö­ne­ri­lerle ha­yat yo­lu­nun genç yol­cu­la­rı­na kat­kı­da bu­lun­mak­tır...

    İs­tan­bul, E­kim 1997

    Birinci Bölüm

    Yoldan Geçenler

    Benim işlediğim hatalardan yararlanmanızı isterim...

    André Maurois

    Bir Gence Açık Mektup

    Genç insan!

    Sağcı mısın, solcu musun? İslamcı mı, laik mi? Şu mu, bu mu? Neysen, neci isen bilmiyorum. Sana mektup yazmamın sebebi, senin ideolojin değil zaten. Sana bu mektubu yazarken, ideolojik telkinde bulunmak gibi bir niyetim de kesinlikle yok.

    Seni bir ideolojiye inandırmaktan daha önemli bir amacım var: Hangi ideolojide olursan ol, öncelikle kaliteli insan olmanın, başarılı insan olmanın, güvenilir insan olmanın ve metotlu düşünmenin önemini anlatmak istiyorum sana.

    Sen, kaliteli insan olduğun zaman inandığın fikre de kalite katarsın.

    Sen, başarılı insan olursan, hem kendi geleceğini daha iyi kurarsın, hem amaçlarına daha sağlam adımlarla yürürsün.

    Sen, güvenilir insan olduğun zaman toplumda daha çok saygı görürsün, kişisel hayatında da toplumsal hayatında da daha etkili sonuçlar alırsın.

    Senin içinde bulunduğun gençlik dönemlerini ben yıllar önce yaşadım; o zaman da uğruna ölünecek davalar, ideolojiler geziyordu ortalıkta... Silahsız olaylara karıştım, slogan attım, parti afişi astım, mitinglerde nutuk attım, tutuklandım, inişler, çıkışlar yaşadım.

    12 Eylül darbe döneminde MHP Genel İdare Kurulu hakkında verilen toptan tutuklama kararı sebebiyle 14 ay askeri hapishanede yattım, sonra tahliye edildim ve beraat ettim.

    Tüm bunları hem yaşamış hem araştırmış bir insan olarak, hayat tecrübelerimden çıkardığım dersleri anlatacağım sana. Birkaç cümlelik özetini hemen verebilirim: İnsanın kalitesi, insanın ideolojisinden önemlidir! Fikrin kalitesi de fikrin renginden önemlidir.

    Sadece kaba duyguların ifadesi ve yontulmamış içgüdülerin patlaması düzeyindeki bir izm düşünün... Bu düzeydeki bir izm’e sevda getirsek, onu nutuklarımızla övsek, ona bilimsel, yüce, kutlu gibi etiketler yapıştırsak hiçbir şey değişmez. O izm, yine kaba duygular ve yontulmamış içgüdüler düzeyindedir.

    İnsan düşüncesinin, bilimin, teknolojinin, sanatın böylesine geliştiği bir çağda içgüdü düzeyindeki bir izmin geleceği, sıfır bile değildir, hüsrandır... Gençlik duygusuyla kendini bu düzeydeki bir izme, bu düzeydeki bir davaya, bu düzeyde bir cemaate veya örgüte kaptırırsan, senin de sonun hüsran olur...

    Bir de bilgilerle, tecrübelerle, zihin ve ruh zenginliğiyle, sanat ve edebiyatla bezenmiş, yüksek kaliteli bir öteki izmi düşün! İstediğin kadar buna karşı savaş aç, rekabet edebilir bir kaliteye sahip değilsen, sen yenileceksin, o kazanacaktır! Milyonlarca taraftar toplasan, en disiplinli, en vuruşkan örgütleri kursan da netice değişmez!

    Sonunda kazanacak olan kafa gücüdür, kaba güç değil.

    * * *

    Duygularını anlıyorum. Senin yaşında ben de öyleydim... İnandığın ideolojinin, dünya görüşünün tarihteki ya da günümüzdeki büyük isimlerini sayacaksın... Okumasan da, onların yazdığı kitaplardan bahsedeceksin...

    Benim izm’im iyidir!

    Yahut benim davam iyidir!

    Yanılıyorsun! Senin izm’in yahut senin davan kafanda hangi düzeydeyse, kafanda ne kadar bilgi ve tecrübe birikimi varsa, bakış açılarını ve yüreğini ne kadar zenginleştirmişsen, senin izm’inin yahut davanın kalitesi de o kadardır!

    Okunmamış kitaplardan sana da fikirlerine de fayda yoktur, kendini aldatma!

    Gerçekten, hangi izm’e yahut hangi davaya inandığından daha önemlisi, kendini ne ölçüde yetiştirdiğin, önündeki uzun hayat yoluna nasıl hazırlandığındır.

    Bu sebeple, senin kim ve neci olduğunu değil, ne olursan ol, kaliteli insan ve başarılı insan olmanı her şeyden önemli sayıyorum ve bu yoldaki çabalarına katkıda bulunmak istiyorum.

    * * *

    Ben gençlik yıllarımda rahmetli Prof. Ali Fuat Başgil’in Gençlerle Başbaşa adlı küçük kitabını okumuş, çok yararlanmıştım. Sonraki yıllarda kendimi üniversitedeki ideoloji fırtınalarının ortasında bulup, evet, yolumu şaşırdığım zaman, bu ufak kitaptan aklımda kalmış cümleler, yeniden kendimi derleyip toparlamam için beni sık sık uyarmıştı.

    Manevi hocam Başgil’e, sadece hukuk ve fikir hayatımıza yaptığı katkılardan değil, şahsen bana rehberlik etmiş olan bu kitapçığından dolayı da minnettarım.

    Başgil Hoca, kitapçığında, gençlere seslenerek, Müsaade et de, sana, evvela, yolunu bekleyen düşmanları ve rastlayacağın tehlikeleri göstereyim diyordu.

    Hoca’nın gençleri uyardığı düşmanlar ve tehlikeler şunlardı:

    1) Başarının ilk düşmanı tembelliktir...

    2) Başarının diğer bir düşmanı kötü arkadaştır...

    3) Başarının diğer bir düşmanı da kötü örneklerdir...

    Hoca bundan sonra başarılı olmanın şartlarını anlatır: İradeli olmak, irade terbiyesi, ahlaki irade, karakter, çalışkanlık, iyi arkadaş vs...

    İrade ve karakter vurgularına dikkat etmelisin.

    Başgil Hoca bu kitabını 1949’da yazmış. Benim okuduğum, 1961’de yapılmış 4. baskıydı.

    Sözü şuraya getirmek istiyorum: Hoca’nın gençlerin yolunu bekleyen düşmanlar ve rastlayacağı tehlikeler diye sıraladığı şeyler tembellik, kötü arkadaş, kötü örnek gibi olağan tehlikelerdi...

    Genç insan!

    Bugün, senin yolunu bekleyen düşmanları ve rastlayacağın tehlikeleri hiç düşündün mü?!

    Senin işin, Başgil’in kitaplarını okumuş nesillerin işinden çok daha zor!

    Hayat yolunda seni bekleyen düşmanlar ve tehlikeler, Başgil’in saydıklarından ibaret değil; çok daha fazla ve daha zararlı...

    İdeolojik örgütler ve sık dokulu mistik gruplar yani cemaat ve tarikatlar seni tuzaklarına düşürüp emir eri haline getirmek için bekliyor! Bir gaflet edip delikanlılık duygularıyla kendini kaptırırsan, kurtulman çok zor... Kendi yaşadıklarımla ve başkalarının yaşadıklarıyla bunları anlatacağım sana...

    * * *

    Eski kuşaklarla mukayese edersek, bugün senin hayat yolunun üstündeki tehlikeler yanında senin bir zorluğun daha var: Eski kuşaklardan daha çok çalışmaya ve zihin pencerelerini daha çok açmaya mecbursun: Eski kuşaklar liseyi bitirince hatta okuryazar olup bir dükkân açınca kendilerini kurtarmış sayacakları bir toplumsal düzende yaşıyorlardı. Hele üniversite bitirirlerse, oh ne âlâ idi...

    Senin hayatını kuracağın Türkiye ise senden daha çok eğitim, daha çok girişimcilik, daha çok çalışkanlık isteyecektir! Üniversite eğitimi bile yetmiyor, master, doktora gerekiyor artık...

    Senin ağabeylerin, 1960’lı ve 70’li yıllarda tarım toplumundan sanayi toplumuna geçen bir ülkede kendilerini tehlikelere attılar veya hayatlarını kurdular!

    Sen ise bilgi toplumunda yaşamaya, kendini ona göre hazırlamaya, siyasi inançlarını ona göre gözden geçirmeye mecbursun! Önümüzdeki yıllarda robotik ve yapay zekânın gelişmesi bugün var olan birçok mesleği, öğretimdeki çeşitli dalları sona erdirecek!

    Yarınki bilgi toplumu, senin ağabeylerinden daha kuvvetli kişilik, daha hür ve yaratıcı düşünce sahibi olmanı gerektiriyor..

    Daha sağlam irade ve karakter, daha çok bilgi ve yaratıcı düşünce istiyor.

    Hazır mısın? Daha doğrusu hazırlanıyor musun?

    Senin hayata atıldığında yaşayacağın bilgi toplumundaki yerin, onun gereklerini ne ölçüde gerçekleştirdiğine bağlı olacaktır...

    Ama maalesef, ülkemizde gençlerimizi geleceğe hazırlayıcı bir düşünce ve duygu atmosferi yaratamadık. Aksine, gençleri yeniden ideoloji kabilelerine tutsak etmeye, hatta ellerine silah vermeye çalışanlar hâlâ az değil...

    1980 öncesinde bu ülkenin sağcı ve solcu çocukları birbirlerini öldürmeyi kahramanlık zannettiler, daha doğrusu bu yönde şartlandırıldılar.

    Zihinleri ideolojik sloganlara hapsetmekle yetinmeyip, üniversitenin kütüphanelerini, bilgisayarlarını tahrip ettirenler oldu bu ülkede.

    Onlardan geriye ne kaldı? Yazık olmadı mı o yolda hayatını ya da istikbalini kaybeden gençlere?

    Şunu çok iyi düşünmelisin: Yürümekte olduğun siyasi, ideolojik, mistik yollar seni geleceği mi hazırlıyor, istikbalini mi karartıyor?

    * * *

    Genç insan! Dikkat etmelisin, büyük çoğunlukla gençlere musallat oluyor bu büyüler...

    Genci alıp örgüte ya da tarikata sımsıkı bağlayan nedir? Gence kendi istikbalini yaktıran, çevresine olan sorumluluklarını unutturan, onu ideolojik bir makinanın dişlisi haline getiren nedir?

    Dahası, bu nasıl bir psikolojidir ki, genç, kendini ölüme atmaktadır?

    Bunları anlamak için 68 Kuşağından ölüme koşmuş olanları gözlemlemek gerekir diye düşündüm.

    Fakat bugünkü nesiller için daha güncel olan cemaat ve Adnan Hoca vakalarına bakalım önce...

    Mürit ve aparatçik

    Cemaat ve Adnan Hoca vakalarını iyi tahlil etmeliyiz. Bunlar cahil halk yığınlarının mistik teşkilatları değildi. Her ikisi de iyi eğitimli gençleri cezbederek oluşmuş örgütlerdi. Tabii Gülen hareketi daha köklü ve genişti.

    Her ikisi de yargılanıyor. Bir hukukçu olarak ben sadece şunu söyleyebilirim: Her ikisinde de cemaat ya da örgütün iyi gösterilen tarafında yer alanlar, eylemleri bundan ibaret olanlar, illegal tarafını bilmeden mesela hayır duygusuyla yardım edenler suçsuzdur. Buna karşılık soru çalmak, kara para aklamak, kumpas yapmak, üstündeki kamu görevini aldığı emirle kötüye kullanmak ve tabii FETÖ için darbe organizasyonunun içinde yer almak, bilerek yardım etmek şüphesiz suçtur.

    Benim bu kitapta üzerinde duracağım konu, insanları nasıl cezbedip adeta robot haline getirmeleridir. İnsanlar Fethullah Gülen veya Adnan Oktar’ı mehdi veya büyük bir dini makam sahibi sanarak, bir ihvan (kardeşler) topluluğuna dahil olduğu hissine kapılarak böyle yapılara giriyorlar, bir süre sonra bütün ailevi ve sosyal bağlantıları kopuyor, zihinleri kalıplanıyor, hür düşünme ve bağımsız hareket etme kabiliyetlerini kaybediyorlar.

    Kitabımız boyunca göreceğiz ki komünist ve faşist partilerde, örgütlerde de böyledir. Tek fark dini mistisizm yerine Marksizm-Leninizm gibi ideolojik, Führer, Duce gibi totaliter lider idollerinin kullanılmasıdır; sonuç aynıdır. Bu totaliter örgütlerde robotlaştırılan insanlara mürit değil aparatçik deniyor, yani aparatın, örgütün iradesiz bir parçası...

    Belli bir ideal duygusuyla veya dini hisle cemaatler oluşabilir, bu demokratik bir haktır. AİHM Batı Trakya Türklerinden isteyenlerin kendi cemaatleri için yöneticiler (müftü) seçebileceklerine karar vermiştir.

    Modern hukukta dernek ve vakıf kurma özgürlükleri de tartışmasızdır.

    Sorun sık dokulu dediğimiz, kişiyi çepçevre kuşatıp iradesini elinden alan, zihnini kalıplaştıran, robotlaştıran yapılardır.

    Bu sık dokulu kavramının önemini kitabımız boyunca göreceğiz.

    Zincirleme kontrol ya da bağımlılık

    İddianameleri ayrıntılarıyla inceleyen değerli gazeteci arkadaşımız Sedat Ergin darbeye fiilen katılan ve havadan bombalama eylemleri yapan iki pilot subayın ifadelerini yayımladı.

    Bu subaylar daha ortaokuldayken Gülen cemaati tarafından fark edilip örgütsel yapının içine çekilmişlerdir:

    Örneğin İlkay Ateş, Samsun’da 23 Nisan Ortaokulu’nda okurken Serdar isminde bir abinin para karşılığı olmadan ders çalıştırma önerisini kabul ederek düzenli bir şekilde onun yanına gitmeye başlar. Askeri liseye gitme hedefim vardı, asker olmayı çok istiyordum; ailemin beni dershaneye gönderecek maddi imkânları sınırlıydı diye anlatıyor Ateş.

    Serdar, sonra Halit isimli bir başka abinin evine götürür İlkay Ateş’i. Sonra da burada Faruk adlı başka bir abi devreye girer. Zaman içinde Fethullah Gülen’in vaaz kasetlerini izlemeye, abilerle namaz kılmaya başlar. Askeri lise sınavları yaklaştıkça test çözdürülür kendisine. Ve Bursa Işıklar Askeri Lisesi’ni kazanır...

    Bursa’da hafta sonları bir camide Faruk abi ile buluşmaya başlar. İlkay Ateş, Kara Harp Okulu’nu kazanıp Ankara’ya gittiğinde, hafta sonları Karşıyaka’da Zafer isimli bir abi ile buluşur. En çok Gülen’in Şadırvan 7 isimli kaseti dinletilir bu görüşmelerde. Harp Okulu üçüncü sınıfa geçtiğinde bu kez Parsaklar’daki bir evde bir başka abi, Zafer’in yerini alır...¹

    Kişi böyle elden ele devredilerek sürekli kontrol altına ve bağlı tutuluyor. Sedat Ergin abiler’in subayları sürekli aralarında birbirlerine devretme zinciri diyor. Cemaat içine çekilen gencecik insanlar ağabeyleri arasında belli aralıklarla sürekli zimmetlenip devrediliyorlar.

    Bütün hayatı sık dokulu bir yapı içinde tamamen kontrol altına alınmıştır, bu bir... İkincisi, kişinin bilgi kaynakları da sıkı kontrol altındadır, sürekli Gülen’in kitap ve kasetleri üzerinden eğitim yapılmaktadır, daha doğrusu buna endoktrinasyon demek lazım.

    Zihnin kalıplanması yani. Zihnin ve duyguların...

    Kişinin zihin pencerelerini başka seslere, başka bilgilere açmasının çok zor olduğu gibi, zincir içinde bağımsız hareket edebilmesi daha zordur. Dışarıda hiç çevresi kalmamıştır... Evlilikler bile emir ve kumanda ile yapılmaktadır.

    Çünkü dışarıdan biriyle kendi iradeleriyle evlenmek, özgürleşme başlangıcı olabilir, bağımsız aile hayatı özgürlük alanı haline gelebilir.

    Aklınızı teslim ediyorsunuz

    Adnan Oktar’ın kediciklerinden Ceylan Özgür ve diyelim müritlerinden Fırat Develioğlu Haber Türk’te Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında sık dokulu yapılanma açısından önemli açıklamalarda bulundular.²

    Fırat Develioğlu, dini öğrenmek için Adnan Hoca cemaatine katıldığını, onun mehdi olduğuna inandıklarını söylüyor:

    İlk başta dinden başka bir şey yoktu kafamızda... 1999’da bu yapıdan ayrıldım. Adnan Hoca’nın mehdi olduğuna inanıyorduk. Cihat ve zekât yöntemiyle gençler kandırılıyordu. Her şey dini bir mantığa oturtuluyordu... Gençlik hatası...

    Develioğlu Sık dokulu örgütlerde aklınızı lidere teslim ediyorsunuz, FETÖ’de böyle diyor.

    Her şeyin özetidir bu!

    Kediciklerden Ceylan Özgür, Bir müridi ile tanıştım, beni oraya götürdü diyor, sık dokulu yapıyı şöyle anlatıyor:

    Çok idealist bir gençtim. Ailesini dinleyen bir genç değildim. Bunun esarete dönüşmesi birkaç yılı buluyor. O esaret sadece fiziksel bir esaret değil. Sizi kendi arkadaş çevresi ile sarıp dış dünya ile izole ediyorlar, beyin yıkıyorlar... Bu arkadaşlar ile çok daha fazla zaman geçiriyorsunuz. Kendi fikirlerini size empoze ediyorlar. Onlarla birlikte yaşıyorsunuz, işinizden çıkıyorsunuz, aileniz ile bağınız kopuyor...

    Orada hücre sistemi vardı. Kızlar yanında kimse olmadan dışarıya çıkamaz. Doktor kabininde bile yanınızda birisi var... Ben doktora gidiyorum diye kaçmaya çalıştım ama yakalandım, kaçamadım.

    Ceylan Özgür istediği kitapları okuyamadığını, bilgisayar ve telefonu dahil her şeyin kontrol altında olduğunu, annesi öldüğünde haberinin olmadığını, aileye de Ceylan gelmek istemiyor denildiğini anlatıyor.

    Ayça Pars’ın anlattıkları sadece Oktar örgütü değil, tüm sık dokulu yapılanmaları anlatıyor:

    Yaptığınız, konuştuğunuz, düşündüğünüz her şey kontrol altında. Oraya 29 yıl önce din adına gittik, sonra örgütün kapsamlı şekilde kıskacına alındık. Bu tip yapılardan değil çıkmak, hukuksuz durumları iki kişinin arasında bile konuşması imkânsızdır.³

    Faşist ve komünist örgütlerde de aynen böyledir, ideolojinin farklı olması, totaliter özü değiştirmiyor.

    Sadece örgütler değil... Adına mehdi deyin, Kâinat İmamı deyin, Führer deyin, Stalin’e söylenen insanlığın bilim güneşi deyin, totaliter lider karizması birinci derecede önemlidir.

    İdeolojilere bir de totaliter mi, şeffaf ve özgürlükçü mü diye bakma zamanı geldi de geçiyor bile.

    Mistik karizma

    Bu iki olayda mehdi ve kâinat imamı gibi mistik karizmatik kavramaların rolü son derece önemlidir. Böyle görülmek kişiye çok büyük bir etkileme gücü ya da karizma kazandırdığı gibi inananlarını da körü körüne itaate yöneltiyor. İnanılan kişinin de egosunu büsbütün şişiriyor.

    Fırat Develioğlu, Adnan Oktar cemaati içinde Kuran’ı ehlisünnet kaynaklar ile yorumlamayı savunanların ayrıldığını anlatıyor, bu, Adnan Hoca’nın işine gelmedi, önünü kesiyordu gibi görüyorum diyor.

    Anlaşılan, başlangıçtaki dini kurallara bağlılık, gücü arttıkça egosu şişen Adnan Hoca’yı sıkmaya başlamış. Hem mehdi olmak, hem bu yolla servet yığıp Kediciklerle eğlenceler düzenlemek egosuna uygun düşmüş.

    Gülen hareketi çok kapsamlı ve daha önemlisi politik bir hareketti. Kamuda paralel örgütlenme devleti ele geçirme çabası deşifre olmuştur. Gülen’in sosyal medyada dolaşan şu sözlerinde öyle müthiş, öyle kibirli bir ego sergiliyor ki, normal iktidar kavramını bile küçümsüyor:

    Senin iktidar dediğin şey nedir, ben yirmi yaşımda onu devireceğimi, yerine başkasını kuracağımı planlamış insanım...

    Muazzam devlet gücünü ele geçirmenin zehirli cazibesine bir de kâinat imamı gibi mistik ve mariz bir ego eklenmişti.⁴ Hem dünyevi yani devlete ele geçirmeyi hem ruhani yani kâinat imamı kavramlarının sağlayacağı müthiş karizmayı düşünün...

    Hele bir de söylendiği gibi Hz. Peygamber’in ruhaniyetiyle irtibat halinde olmak falan gibi, taraftarlarının inandığı mistik karizma faktörleri...

    Yahut Adnan Oktar’ı mehdi sanmanın yarattığı karizma faktörü...

    Neticesi körü körüne bağlanmak oluyor...

    Mehdilik ve mistik makamlar

    Mehdilik, kutup veya kutb’ul aktap (kutuplar kutbu) gibi mistik-tasavvufi kavramlar Kuran’da yoktur. İslam tarihinde ve toplumlarında vardır, çok yaygındır. Bunlara verilen bin bir çeşit anlamlar bu kitabın konusu olmadığı gibi benim de uzmanlık alanım değil.

    Kuran Araştırmaları Merkezi (KURAMER) tarafından yayımlanan Beklenen Kurtarıcı İnancı⁵ adlı eseri önemli tavsiye etmekle yetineceğim. İlmi sempozyum metnidir. Değerli tarihçi Ahmet Yaşar Ocak, Mehdîlik hareketlerinde temel rol oynayan kavram ‘karizma’ kavramıdır diye vurgulayarak şunları söylüyor:

    Ne yazık ki bizim toplumumuz henüz rasyonelleşememiştir. Bunu pozitivist anlamda söylemiyorum, lütfen yanlış anlaşılmasın. Rasyonelleşememiş bir toplum olduğu için de uzun zamandan beri devam eden birtakım problemlerle hâlâ uğraşmak ve çatışmak zorunda kalıyoruz.

    Mistik karizmaları siyasi güç ele etmek için kullananlar vardır. Bir de bunlara inanıp körü körüne inananlar vardır:

    Bağlandıkları şahsın mehdi olduğuna, onun ilahi bir güç tarafından görevlendirildiğine ve gayrimeşru olarak gördükleri siyasal iktidarı ele geçirmek, el koymak, üstelik adil ve eşitlikçi bir düzen sağlamak için harekete geçtiğine samimi olarak inananlar.

    Tarihte bu hareketlerin çok önemli izleri vardır, siyasete yönelenler çok defa isyanlara, kanlı çatışmalara yol açmıştır.

    Kitapta Ocak’ın sunuşundan başka, son derece yararlı birçok ilmi sunuş yer alıyor. Konuyla ilgili olarak son sözü değerli hocamız Ali Bardakoğlu’na bırakıyorum:

    Ahiretteki akıbeti hakkında sürekli korkutulan ve kendini ağır bir tehdit altında hisseden, bağımsız ve inisiyatif sahibi bir birey olmak yerine edilgen ve hakkında karar verilen nesne olduğu sürekli telkin edilen, neticede böyle bir ruh hali içinde güvenilir bir sığınak arayan insana tarikat söylemi kısa yoldan, zahmetsiz bir şekilde kurtuluş vaadetmekte, bu vaad diğer dinî gelenekler gibi İslâm muhitinde de geniş halk kitleleri nezdinde etkili olmaktadır...

    Dinde gizem arttıkça dinî duygu ve arayışların istismar edilme ihtimali de artar.

    Sorunun ne kadar karmaşık olduğu açık: rasyonelleşme eksikliği, bireyselleşmenin gelişmediği kültürel yapı, güvenilir sığınak ihtiyacı ve karizma...

    Karizma elbette olumlu da olabilir. Siyasi, dini, sosyal alanlarda insanları pozitif ve barışçıl davranışlara, özgürlük ve sorumluluk bilincine, sosyal dayanışmaya ve toplumsal barışa yönelten karizmalar elbette pozitiftir.

    Gülen hareketi siyasi güç tutkusuna kapılmadan, devlet içinde kumpaslara girmeden eğitim odaklı bir sivil toplum örgütü olarak kalsaydı birçok iyi niyetli mensubunu yakmaz, Türkiye’de de ağır siyasi

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1