Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Mehdiyi Beklerken
Mehdiyi Beklerken
Mehdiyi Beklerken
Ebook137 pages1 hour

Mehdiyi Beklerken

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Şii inancına göre ölmeyip de kaybolan 12. İmam gizlendiği yerden çıkıp eşitlik getirecek dünyamıza. Yoksulun karnını doyuracak, hastaları iyileştirecek, zalimlerden hesap soracak. Her geçen gün biraz daha özlediğimiz adaleti bahşedecek dünyamıza. Mehdi bir gün mutlaka gelecek, hoş gelip sefalar getirecek. Artık zuhur et Mehdi, fazla sabrımız kalmadı.

Nedim Gürsel Tahran'ın saray ve bedestenlerinden İsfahan'ın camilerine, kutsal Meshed türbelerinden Şiraz'ın gül bahçelerine, Persepolis'in duvar kabartmalarından Pasargard'ın kral mezarlarına İran'ı karış karış gezdi. Yalnızca Firdevsi, Hayyam, Attar ve Hâfız gibi büyük şairlerin izini sürmedi, sansür ve yasaklarla da hesaplaştı. Sadık Hidayet'in, Füruğ'un hayatlarını araştırdı. Eski Pers uygarlığının eşsiz mirasının yanı sıra günümüz İran'ının dinsel ve siyasal sorunlarını tartışan bu kitabı ilgiyle okuyacaksınız.
LanguageTürkçe
Release dateJun 24, 2024
ISBN9786050966084
Mehdiyi Beklerken

Read more from Nedim Gürsel

Related to Mehdiyi Beklerken

Related ebooks

Reviews for Mehdiyi Beklerken

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Mehdiyi Beklerken - Nedim Gürsel

    Mehdi’yi Beklerken

    İran’a Yolculuk

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/nedim-gursel

    MEHDİ’Yİ BEKLERKEN

    İran’a Yolculuk

    Yazan: Nedim Gürsel

    Editör: Alev Özgüner

    Yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Kasım 2020 / ISBN 978-605-09-6608-4

    Kapak tasarımı: Geray Gençer

    Kapak fotoğrafı: Tijen Burultay

    Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Mehdi’yi Beklerken

    İran’a Yolculuk

    Nedim Gürsel

    Tahran

    saraylar, yazarlar ve yasaklar

    İran yolculuğu dönüşü Tahran İK Havaalanı’nda polis kontrolünden geçmek için sıra beklerken, her halinden iş insanı olduğu anlaşılan bir Türk yolcuyla sohbete daldım. Ne işiniz var burada? sorusuna verdiğim Gezmek için geldim yanıtı onu pek şaşırtmışa benziyordu. Gezecek başka yer bulamadınız mı? diye çıkıştı. Öyle demeyin diye karşılık verdim, İran derinliği olan, çok ilginç bir ülke. Kendine özgü bir yönetim biçimi ve zengin bir tarihsel mirası var. Yok canım. Altın üzerinde oturup peynir ekmek yiyorlar.

    Sözü fazla uzatmak istemedim. İran’a yaptığım yolculuğun izlenimleriyle doluydum. Bu izlenimlerin çocukluk yıllarıma dek uzanan bir karşılığı vardı. Örneğin kız-erkek el ele tutuşup bir şarkı eşliğinde oynadığımız Bezirgân Başından söz etmek istemiyordum ona. Aç kapıyı bezirgân başı! Bezirgân başı! diye bağırır, Kapı hakkı ne istersin? sorumuza kızlar, Kapı hakkı ne verirsin? Ne verirsin? diye başka bir soruyla karşılık verirlerdi. Burada bezirgân sözcüğünün dilimize, birçok yabancı kökenli sözcük gibi Farsçadan geçtiğini, bezirgânların, bir başka deyişle çarşının İran tarihinde ve siyasetinde ne denli önemli bir yeri olduğunu belirtmeme bilmem gerek var mı? Ya da Karagöz’ün unutulmaz karakterlerinden, elinde nargilesiyle Acem’in çevirdiği dolapların. Karagöz İran Gülü diye hitap ederdi ona. Bir başka lakabı da Hacı Kandildi. Ve halıcılık yapar, Türkçeyi Acem şivesiyle konuşurdu. Bol para dağıtırdı çevresindekilere.

    Diyeceğim, İran’a duyduğum ilginin çocukluğumdan kaynaklandığını, daha sonraları Hayyam’ın rubailerini, Sâdık Hidâyet’in Kör Baykuş’unu okudukça bu ilginin pekiştiğini söylemek, bütün bu gerekçelere yenilerini, örneğin İslam Devrimi ve Şiiliği de eklemek istemiyordum. Üstelik, çıktığım pek çok yolculuğun aksine, bu kez yalnız da değildim. Magma’nın fotoğraf editörü Tijen Burultay eşlik ediyordu bana. Sonradan yakın dostluk kuracağım iki İranlı rehberim de vardı: Tahran’ın Kırmızı Sirenleri kitabını ilgiyle okuduğum, kendisinden ülkesi hakkında çok şey öğrendiğim Shahzadeh Igual ve gezimizin sponsoru, genç iş insanı şair Saeed Fekri. Saeed yol boyunca her türlü kolaylığı sağladı bize, bu nedenle kendisine burada teşekkür etmek istiyorum. Onun ve Shahzadeh’nin sayesinde İran’ı bir uçtan bir uca kat ettik, çok şey görüp öğrendik ve hiçbir engelle karşılaşmadık. Bu yolculuğu yalnız başıma yapamazdım. Çünkü İran’da gezgin olmak, burada ayrıntılarıyla anlatmayacağım nedenlerden dolayı pek kolay değil. Ama Tahran Havaalanı’nda tanıştığım iş insanımızın deyimiyle, Altın üzerinde oturup peynir ekmek yiyen konuksever ve nazik komşularımızla tanışıp kaynaşmaya, birlikte yol almaya değer.

    Shahzadeh dilimizi, kitabını doğrudan Türkçe yazacak denli iyi biliyor, Saeed ise bir Attilâ İlhan hayranı. İstanbul’da, Kabataş’taki kahvede yazdığı şiirleri içeren Derde Bulanmış Sonsuz Şehir kitabını bana, Derin sevgi ve saygıyla diyerek imzaladı. Derin sıfatı, sanıyorum, çok eski çağlardan bu yana güç bir coğrafyada kendine özgü bir kültür geliştirmiş, tarih boyunca büyük şairler yetiştirip onları her fırsatta onurlandırmış İran’a yakışan bir tanımlama. Bu yolculuk da, benim açımdan, şairlerin izini süren, ünlü Şahnâme’nin yaratıcısı Firdevsî başta olmak üzere Hekim Ömer Hayyam, Feridüddin Attâr, Hâfız-ı Şirazî gibi klasik şiirin ustalarıyla günümüz İran şairlerini buluşturan bir yolculuk oldu. İçtiğim demeyeceğim, çünkü biliyorsunuz İran’da alkollü içki yasak, ama yediğim bin bir çeşit pilavla nefis tatlıları anlatmayacağım, hayır. İran hakkında bildiğim ve öğrendiklerimin ışığında gördüklerimi, daha doğrusu gözlemlerimi yazacağım.

    İran’ın içinde bulunduğu ekonomik kriz üzerinde fazla durmak istemiyorum. Yine de, bu ülkeye gidecek olanları uyarmak isterim: İran’da halıcılar hariç kredi kartı geçersiz. Ödemelerinizi nakit yapmanız gerekiyor. Bu da, ülkenin dünya ekonomik sistemine tam anlamıyla entegre olmadığının bir göstergesi. Bir başka sorun da tesettür konusu. Yalnızca kadınlara değil erkeklere de bazı giysiler yasak. Örneğin cehennem sıcağında bermudayla dolaşamıyorsunuz. Uçağımızın tekerlekleri Tahran Havaalanı’nın pistine değer değmez, yanımda oturan İranlı genç kız da dahil tüm kadın yolcular, söz birliği etmişçesine başlarını örttüler. Bu durumun kendi iradeleri sonucu gerçekleştiği kanısında değilim. Çünkü ülkelerinin dışındayken kapalı olmayan kadınlar söz konusu. Yolculuk boyunca albenili eşarplarının saçlarını tümüyle örtmediği, makyajlı, blucinli, çok şık kadınlar gördüm, siyah çarşaflarına bürünmüş, yüzlerinin bir kısmını kapatan, ortalıkta yarasa gibi dolaşan kadınlar da. Ve yalnızca resmi daireler ve müzelerde değil, tüm otel ve dükkânlarda asılı duran, bu uygulamanın iki ruhani liderinin, Ayetullah Humeyni ve Hameney’in büyük boy fotoğrafları dikkatimi çekti. Ak sakalları ve siyah sarıklarıyla birbirinin benzeri ikiz kardeşler gibiydiler. Ve kısaca İnkılap diye adlandırılan İslam Devrimi’nin vazgeçilmez idolleriydiler.

    Devlet, kanımca, vatandaşlarının giyim kuşamıyla, ne yiyip ne içtiğiyle uğraşmamalı. Ama İran diğer Müslüman ülkelerden farklı. Hem yetişkin insan gücü, yaşam tarzı ve kültürü açısından çağın hiç de gerisinde değil hem de teokratik bir devlet. Ama sıradan bir Ortadoğu ülkesi de değil. Yolculuk boyunca bunu daha iyi anladım. Çok kadim bir kültürü, emperyal bir geçmişi, daha iyi tanınmayı hak eden bir edebiyatı var.

    * * *

    Tahran Elburz Dağı’nın yamacına kurulmuş, sönük bir volkan olan Demavend’in gölgesinde serpilip gelişmiş, giderek yayılan bir başkent. Varoşlarıyla birlikte nüfusu on beş milyona yaklaşıyor. Yoğun trafiğinin ve çoğu gösterişsiz, modern yapılarının yanı sıra başka özelliklere de sahip. Çınarların gölgelediği cadde ve sokaklar örneğin. Bu caddelerden birisi, belki de en güzeli, kenti güneyden kuzeye kat eden Veli Asr tam on dokuz kilometre uzunluğunda. Bir zamanlar ünlü yazarlarla sanatçıların uğrak yeri olmuş, duvarları eski fotoğraflarla süslü kahveleri de görmeye değer. Bu kahveler içinde daha çok gençlerin ve öğrencilerin devam ettiği, Fransız şarkıları çalan Romance’ı (bu arada kaldığım, devlete ait beş yıldızlı İstiklal Oteli’nde –eski Hilton– ezanın ardından piyano dinlediğimi de belirtmeliyim), bahçesi biraz bakımsız da olsa içerisi çok iyi düzenlenmiş Naderi’yi ve Sâdık Hidâyet’le İran’ın ünlü kadın şairi Furuğ Ferruhzad’ın birlikte yemek yedikleri masanın hâlâ özenle korunduğu, duvarlarında bin bir eşyayla eski fotoğrafların (Che Guevara’dan Alain Delon’a) sergilendiği Gole Rezaiye’yi sayabilirim. Sâdık Hidâyet ve Furuğ çağdaş İran edebiyatının çok önemli yazarlarından. İlki romancı, ikincisi şair ve senarist. Her ikisinin de oldukça acı bir yaşam öyküsü var. Uyuşturucu bağımlısı Sâdık Hidâyet benim doğduğum yıl, yani 1951’de Paris’te intihar etmiş (doğ. 1903). Furuğ ise (1935-1967) evlilik dışı ilişkisi nedeniyle hem dışlanmış hem de ilk eşi tarafından oğlu Kamyar’ı görmesi yasal biçimde engellenmiş. Ve Keşke biz o iki kırlangıç olsaydık/Ömür boyu uçsaydık/Bir bahardan diğer bahara dizelerinin yazarı bir trafik kazasında hayatını yitirmiş.

    Furuğ’un şiiriyle bu yolculukta tanıştım. Yaralarım Aşktandır kitabını ikinci bir pasaport gibi taşıdım yanımda. Acı ve hüzünle yoğrulmuş dizeleri bana İran’ın görünmeyen kapılarını açtı; bu kapıların ardında özgür olmak, cinselliğini toplumun dayattığı ahlak kurallarına boyun eğmeden yaşamak istediği için neredeyse lanetlenen genç bir kadının, aynı zamanda acı çeken bir annenin çığlığını duydum, yalnızlığını paylaştım. Furuğ, Seni istiyorum ve biliyorum/Asla koynuma alamayacağım/Sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün/Ben bu kafeste bir tutsağım diye sesleniyor sevgiliye. Ayrılıktan, özlemden, toplumun baskısıyla bir alın yazısına dönüşen içe kapanmadan yakınıyor. Çünkü kural koyucular nezdinde günaha girmiş, dinsel değerleri hiçe saymış, özgür ve bağımsız bir birey gibi yaşamak istemiştir. 1954 yılında yayımlandığında epeyce gürültü koparan ünlü şiirinde evlilik dışı ilişkiyi, Kuran’da cezası recm olan zinayı şöyle dile getiriyor:

    Günah işledim lezzet dolu bir günah

    Titreyen esrik bir tenin yanında

    Tanrım ne bileyim ne yaptım ben

    O karanlık susku dolu zulada

    Kırmızı şarap camda çalkalandı

    Gözlerinde heves yalazlandı

    Yumuşak yatakta benim gövdem

    Göğsünde onun sarhoşça kıvrandı

    Furuğ, sevgilinin her iki gözünde de gülen günahın çekimine kapılıp yasak meyveyi yer ve ömrü boyunca bedelini öder bu davranışının. Öte yandan

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1